12.05.2009

Geri dönüşüm nedir?

Yeniden değerlendirilme imkanı olan atıkların çeşitli fiziksel ve/veya kimyasal işlemlerden geçirilerek ikincil hammaddeye dönüştürülerek tekrar üretim sürecine dahil edilmesine geri dönüşüm denir. Diğer bir tanımlamayla herhangi bir şekilde kullanılarak kullanım dışı kalan geri dönüştürülebilir atık malzemelerin çeşitli geri dönüşüm yöntemleri ile hammadde olarak tekrar imalat süreçlerine kazandırılması olarak tanımlanabilir. Tabii kaynakların sonsuz olmadığı, dikkatlice kullanılmadığı takdirde bir gün bu doğal kaynakların tükeneceği aıldan çıkarılmamalıdır. Bu durumu farkına varan ülke ve üreticiler kaynak israfını önlemek ve ortaya çıkabilecek enerji krizleri ile başdebilmek için atıkların geri kazanılması ve tekrar kullanılması için çeşitli yöntemler aramış ve geliştirmişlerdir. Kalkınma çabasında olan ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya bulunan gelişmekte olan ülkelerin de tabii kaynaklarından uzun vadede ve maksimum bir şekilde faydalanabilmeleri için atık israfına son vermeleri, ekonomik değeri olan maddeleri geri kazanma ve tekrar kullanma yöntemlerini uygulamaları gerekmektedir. Geri dönüşümde amac; kaynakların luzumsuz kullanılmasını önlemek ve atıkların kaynağında ayrıştırılması ile birlikte atık çöp miktarının azaltılması olarak düşünülmelidir. Demir, çelik, bakır, kurşun, kağıt, plastik, kauçuk, cam, elektronik atıklar gibi maddelerin geri kazanılması ve tekrar kullanılması, tabii kaynakların tükenmesini önleyecektir. Bu durum; ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ithal edilen hurda malzemeye ödenen döviz miktarını da azaltacak, kullanılan enerjiden büyük ölçüde tasarruf sağlayacaktır. Örneğin kullanılmış kağıdın tekrar kağıt imalatında kullanılması hava kirliliğini %74-94, su kirliliğini %35, su kullanımını %45 azaltığı ve bir ton atık kağıdın kağıt hamuruna katılmasıyla 8 ağacın kesilmesi önlenebilmektedir.

Diğer yandan, yukarıda bahsedildiği gibi geri dönüşümün amaçlarından biride bertaraf edilecek katı atık miktarlarının azaltılması nedeni ile çevre kirliliğinin önemli ölçüde önlenmesi de sağlanacaktır. Özellikle katı atıkları düzenli bir şekilde bertaraf edebilmek için yeterli alan bulunmayan ülkeler için katı atık miktarının ve hacminin azalması büyük bir avantajdır.

Sağlıklı bir geri dönüşüm sisteminin ilk basamağı ise bu malzemelerin kaynağında ayırması sureti ile toplanılmasıdır. Geri dönüştürülebilir nitelikteki bu atıklar normal çöple karıştığında bu malzemelerden üretilen ikincil malzemeler çok daha düşük nitelikte olmakta ve temizlik işlemlerinde sorunlar olabilmektedir. Bu yüzden geri dönüşüm işleminin en önemli basamağını kaynakta ayırma ve ayrı toplama oluşturmaktadır.

Geri dönüşüme olan ihtiyacın başlamasında savaşlar nedeniyle ortaya çıkan kaynak sıkıntıları etkili olmuştur. Büyük devletler, İkinci Dünya Savaşı sırasında ülke çapında geri dönüşümle ilgili kampanyalar başlatmışlardır.

Vatandaşlar özellikle metal ve fiber maddeleri toplama konusunda teşvik edilmişlerdir. ABD'de geri dönüşüm işlemi yurtseverlik anlayışında çok önemli bir yer edinmiştir. Hatta, savaş sırasında oluşturulan kaynak koruma programları, doğal kaynakları kısıtlı bazı ülkelerde (Japonya gibi), savaş sonrası da devam ettirmiştir.



Geri Dönüşümün Önemi

1.Doğal kaynaklarımızın korunmasını sağlar.

2.Enerji tasarrufu sağlamamıza yardım eder.

3.Atık miktarını azaltarak çöp işlemlerinde kolaylık sağlar.

4.Geri dönüşüm geleceğe ve ekonomiye yatırım yapmamıza yardımcı olur.



Geri Dönüşebilen Maddeler

Demir • Çelik • Bakır • Aliminyum • Kurşun • Piller • Kağıt • Plastik • Kauçuk • Cam • Motor yağları • Atık yağlar • Akümülatörler • Araç lastikleri • Beton • Röntgen filmleri • Elektronik atıklar • Organik atıklar

Ahşap hakkında bilmedikleriniz...



•Ahşap yapılarda yaşayanların fizyolojik ve psikolojik açıdan kendilerini çok daha sağlıklı hissettiklerini?
•Ahşabın, insanla birlikte soluk aldığını, romatizma, astım, böbrek hastalıkları ve dolaşım bozuklukları üzerinde olumlu etkileri olduğunu?
•Japon deprem uzmanlarının, tüm dünyada depreme karşı en dayanıklı yapının Osmanlı ahşap karkas sistemi olduğunu açıkladıklarını?
•1894 İstanbul depreminde, kalitesiz ahşap yapıların bile yıkılmadığını, yanlarındaki güzel, yeni ve demirle bağlanmış kargir yapıların tümüyle yıkıldığını?
•ABD'deki konutların yaklaşık yüzde 90'ının ahşap olduğunu?
•Şiddetli bir deprem sonrasında hasar gören betonarme bir yapının yıkılmak zorunda olduğunu, hasar gören ahşap bir yapının ise kısa sürede onarılıp, tekrar içinde yaşanılabileceğini?
•Betonarme-karkas dışında kalan tüm yapım sistemlerinde, zaman içinde hasar gören taşıyıcı elemanların, yapı tümüyle yıkılmadan onarılabildiğini, hatta değiştirilebildiğini?
•Ahşap yapıların çok hafif olduğunu, kolay kolay çökmediğini, çökse bile içinde bulunanları öldürmediğini?
•Bir depremde, başlıca ölüm nedeninin yalnızca betonun ağırlığı olduğunu?
•Betonarmenin, ahşaba göre 5 misli, çeliğin 13 misli ağır olduğunu?
•Marmara ve Bolu depremlerinde ahşap yapılarda yaşayanlardan hiç kimsenin yaşamını yitirmediğini?
•Tarihten günümüze ulaşan en güzel sarayların, tapınakların ve diğer görkemli yapıların hiçbirinde beton kullanılmadığını ve binlerce yıldır ayakta kaldıklarını?
•1225'te Ren Nehri'ne yapılan ahşap Basel Köprüsü'nün 1903 yılına dek 774 yıl hizmet verdiğini?
•13'üncü ve 14'üncü yüzyıllarda yapılan, ahşap kolon ve çatıları olan Kastamonu, Mahmutbey, Beyşehir, Eşrefoğlu ve Afyon Ulu camilerinin, özel bir bakım yapılmaksızın 600-700 yıldır ayakta olduğunu?
•Dünyanın en büyük tarihi üç ahşap yapısından bir tanesinin, 100 metre boyu ve sekiz katlı bir binaya eşdeğer yüksekliğiyle tam 100 yıldır ayakta olan Büyükada'daki Rum Yetimhanesi olduğunu?
•1790'da, ahşap kullanılarak ve hiçbir taşıyıcı eleman olmaksızın 108 metre "açıklığa" ulaşıldığını, bugün bu açıklığın 250 metreye ulaştığını?
•Yangına dayanıklı olduğu için, dünyanın önde gelen gelen mimarlarının ahşabı çeliğe yeğlediklerini?
•Bir yangın sırasında, gerekli kesitin biraz daha büyüğü kullanıldığında, dıştaki kömürleşen tabakanın iç ahşabın yanmasını geciktirdiğini?
•Bir yangın sırasında, çelik bir çatının 600 dereceden sonra çökme riskinin belirdiğini ve 15 dakika içinde çökebileceğini, buna karşılık ahşap bir çatının ortalama 1 saat ayakta kalabildiğini ve bu yüzden insanların canlarını kurtarma zamanlarının olduğunu?
•Ahşabı, yapı sektöründe kullanan ülkelerde ormanların küçülmediğini, tersine bilimsel bir yaklaşım ve koruma anlayışı ile büyümekte olduğunu?
•ABD'lilerin, yaşadığı topraklar üzerinde yalnızca 200 yıldır ev yaptıklarını, Anadolu'da ise 10 bin yıldır geleneksel yöntemlerle ev yapıldığını?
•ABD'lilerin, depreme karşı yaşam güvenceleri için, Anadolu insanının binlerce yıldır tanıdığı, uyguladığı ve 1940'lara dek de sürekli geliştirdiği ahşap-karkas yapı sistemini yaygın biçimde kullandıklarını?
•Bugün gerekli önlemler alınır, ahşaba dönülürse ve doğa da bize 20 yıl "avans" verirse, Türkiye'nin tüm deprem riskinden 20 yıl içerisinde tümüyle kurtulacağını?

Ytong hakkında

YTONG, hammaddeden kullanıma bütünüyle ekolojik



Yüksek ısı yalıtımına sahip ürünleri ile binalarda enerji tasarrufu sağlayan Ytong, 2008 Yapı Fuarı'nda ekolojik ürünleriyle öne çıkacak.

Küresel ısınma, kuraklık ve sel felaketlerinin artması sonrasında tüm dünyada hızla artış gösteren ekolojik ürünlere dönüş süreci, yapı sektöründe de öne çıkıyor. Yapılaşma yoluyla çevreye yüklenen ağır yüklerin önlenmesi, doğal çevrenin korunması ve gelecek nesiller için sağlıklı yapılaşma konularına dikkat çeken Ytong, “inşaat malzemelerinin çevreye duyarlılığı” konusundaki çalışmalara da öncülük ediyor.

Çevre dostu özelliği tüm dünyada çeşitli kurumlar tarafından onaylanan Ytong’da ekoloji, hammadde hazırlığı ile başlıyor ve her aşamada devam ediyor. Akıllıca ve en başından itibaren ekolojik olarak tasarlananan Ytong ürünleri, ısı yalıtımından, yangın güvenliğine, estetikten, uygulamaya tüm mimari ihtiyaçlara cevap veren masif bir yapı malzemesi olarak özellikle tercih ediliyor.

Faaliyetini “her aşamada çevreye karşı hassas ve bilinçle yaklaşan bir inşaat konsepti” olarak tanımlayan Ytong, geçtiğimiz yıl sonunda sektöründe bir ilki gerçekleştirerek “ekolojik bilançosunu” açıkladı. Ytong’un Ekolojik Bilançosu özetle şu ana başlıklardan oluşuyor.

§ Neredeyse tükenmez miktarda bulunan, çevreye zarar vermeden elde edilen doğal hammaddeler.

§ Zararlı madde içermeyen ve enerji tasarrufu öncelikli üretim.

§ Firesiz ve hızlı uygulama imkanı.

§ Yüksek ısıtma enerjisi tasarrufu, dolayısıyla CO2 emisyonlarında ciddi düşüş.

§ Kalıcı, uzun ömürlü yapı ve yaşam kalitesi.

§ Kolay geri dönüşüm ve yeniden değerlendirme imkanı.

“Çevre dostu yapı malzemesine” tartışmasız en iyi örnek olan Ytong, Türkiye’nin ilk ve en büyük ekolojik yapı projeleri olan İstanbul Meydan Alışveriş Merkezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Ekoyapı ve İstanbul Sapphire gökdelen projelerinin tümünde tercih edildi. Geçtiğimiz yıl Çevre Dostu Binalar Derneği’nin kurucu üyesi olarak bu alandaki önemli adımlardan birine öncülük eden Ytong, devam eden reklam kampanyası ile çevre dostu yapılaşmaya dikkat çekiyor.

6 milyar dolarlık enerji tasarrufu

Türkiye’de kuruluşunun 45. yılını kutlayan Ytong, ısı yalıtımı özelliği ile sağladığı 6 milyar doları aşan enerji tasarrufunu, yeni yatırımları ile artırmaya hazırlanıyor. Faaliyette olan 4 tesisine ilave olarak, Bilecik’te dünyanın en büyük Ytong üretim tesisi yatırımını gerçekleştiriyor. Trabzon’a kurulacak yeni fabrika için hazırlıklarını sürdürüyor. Bu yatırımları ile Ytong, sektöründe dünya ikinciliğini hedefliyor.

Dünyanın en büyük Ytong tesisi

2007 Mayıs ayında temeli atılan ve 2008 sonunda işletmeye alınacak Bilecik tesisinin inşaatı hızla sürüyor. Üretime 125 bin metreküp ile başlayacak ve zaman içerisinde 800 bin metreküp kapasiteye ulaşacak Bilecik fabrikası, dünyanın en büyük Ytong tesisi haline gelecek.

Trabzon'daki yatırım ise Varlıbaş Grup ortaklığı ile hayata geçirilecek. Kuruluş kapasitesi 130 bin metreküp olacak bu tesisin en önemli özelliği Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin nitelikli ve çağdaş yapı malzemesi ihtiyacına cevap verecek olması.

Isı yalıtımında mineral ve yanmaz bir ürün: Multipor!

Dünyada gazbeton endüstrisindeki en çarpıcı gelişme olarak nitelendirilen Multipor, Ytong türevi hafif, mineral bir ısı yalıtım malzemesi olarak sektörde ilgi görüyor.

Sahip olduğu 0,045 W/mK ısıl iletkenlik değeri ile yüksek ısı yalıtımı sağlayan, mineral esaslı ve yanmaz bir malzeme olan Multipor, Türk Ytong’un Alman ortağı tarafından geliştirilmiş bir ürün. Ytong gibi A1 sınıfı yanmaz bir malzeme olan Multipor, Avrupa’da özellikle son yıllarda yaşanan yangın felaketleri karşısında “Yapılarda Yangın Güvenliği” konusunda alınan önlemlere ve sert yaptırımlara en uygun çözümü sağlaması nedeni ile önemli bir buluş olarak kabul ediliyor.

Multipor, son olarak İstanbul-Beşiktaş’ta inşa edilen Erhan Gedikbaşı Lisesi inşaatında kullanıldı. Bu inşaatın duvarlarında Ytong duvar blokları ve Alsecco ED1 dış sıva, betonarme yüzeylerin ısı yalıtımında ise Multipor kullanıldı. Böylece yapıda, tamamen doğal olarak yalıtılmış, nefes alan ve yanmayan bir cephe oluşturuldu. Isı yalıtımı Ytong ve Multipor ile sağlanırken, su yalıtımı da kesin su iticiliğe sahip Alsecco Dış Sıva ile sağlandı. Ytong cephe sistemi olarak tasarlanan bu sistem, yatırımcıya uygulama açısından büyük kolaylık ve zaman tasarrufu getiriyor.


http://www.ytong.com.tr/






ORGANİK TARIM İLE İLGİLİ YANLIŞLAR

  • Organik tarım ilkel
  • Organik tarım fazla emek ister ve üretim maliyetleri yüksek
  • Organik tarımda verim düşük - az ürün elde edilir
  • Organik tarım ürünleri ile geleneksel ürünler arasında besin maddesi, mineral ve vitamin içeriğinde fark yok
  • Organik ürünler konvansiyonel ürünler gibi düzgün şekilli değil
  • Organik tarım ürünleri konvansiyonel ürünlerden pahalı

Organik tarım ilkel bir tarım şekli değildir.

Gerek besleme, gerekse yabani ot, hastalık ve zararlılara karşı sentetik ilaç ve gübrelerin kullanılmıyor olması bu tarım şeklinin ilkelliği anlamına gelmez. Aksine, ekim nöbeti, yeşil gübreleme, kompost yapım ve kullanımı, solarizasyon, istenmeyen böcekler için tuzaklar, yararlı böcek ve mikroorganizmaların doğal düşmanlar olarak istenmeyen böcek ve hastalıklara karşı kullanılması, küçümsenmeyecek derecede bilimsel temel, bilinç ve tecrübe gerektirir.

Organik tarımın üretim maliyetleri yüksek değildir.

Tarla yada bahçelerde ot ilacı kullanmamaktan ve bu sorunu iş gücü gerektiren fiziksel mücadele ile halletmek gerektiği için, ek bir işgücü maliyeti doğmaktadır. Bunun dışında diğer kültürel işlemlerin ek bir maliyeti olmadığı gibi endüstriyel tarımda yoğun olarak kullanılan sentetik kimyasalların organik tarım içinde zaten yeri yoktur. Ayrıca bu sentetik kimyasalların kullanılmıyor olmasının çevre, ekoloji ve insan başta olmak üzere canlı sağlığına kazandırdığı “artı değer”in hesaplanamayacak bedelini hiçbir zaman unutmamak gerekir.Diğer bir maliyet unsuru olan Kontrol ve Sertifikasyon maaliyetlerinde ise küçük alanların yada tek tek küçük çiftçilerin sertifikalandırılması yerine köy, havza yada kooperatif bazında oluşturulan organik tarım alanları için alınacak toplu sertifikasyon, bu maliyeti düşürmenin en akılcı yönüdür. Dolayısıyla organik tarımı bağımsız küçük alanlarda tek tek üretici bazında yapmak yerine çiftçilerin bir araya gelerek oluşturacakları birlik yada kooperatifler vasıtasıyla gerçekleştirmek aynı zamanda ürünleri satın alan şirketler karşısında da çiftçilerin elini güçlendirecektir.

Organik tarımda verim düşüklüğü koşullara bağlıdır.

Yıllardır konvansiyonel tarım sistemi uygulanan arazilerde organik tarıma geçiş sürecinde, ürün verimlerinde bir azalış olması doğaldır. Elbetteki toprak ekosisteminin yeniden oluşumuna kadar ki birkaç yıllık süreçte verim düşük olacaktır. Zira konvansiyonel tarım yapılan bu arazilerde sentetik ticari gübre kullanılırken toprak değil, sadece ekilen-dikilen bitkiler beslenmiştir. Hatta yoğun sentetik gübre ve kimyasal ilaç kullanımlarıyla toprak zehirlenmiş ve fakirleşmiştir, organik yapı yok olmuştur, toprak mikroflorası yok edilmiştir. Dolayısıyla bunun geri kazanımı için bir süre geçecek ve bu süreçte verim, konvansiyonel üretime göre daha düşük olabilecektir. Sistem eskiye döndüğünde ise verim de yükselmeye başlayacaktır. Eğer ekolojik tarıma, daha önceden konvansiyonel tarım yapılmamış arazilerde başlanırsa ve ekolojik tarımın gereksinim duyduğu işlemler ekosistemin dengesini bozmadan yapılıyorsa, bir çok üründe birim alandan konvansiyonel tarım koşullarında yapılan üretim kadar verim alınabilmektedir.

Organik tarım ürünlerinin besin maddesi, mineral ve vitamin içeriği konvansiyonel ürünlerinden çok daha zengin.

Yapılan bilimsel çalışmalar organik ürünlerin besin içeriklerinin konvansiyonellerden daha fazla olduğunu kanıtlamaktadır. Endüstriyel tarımın Yeşil Devrim süreciyle 1970 lerde başlayan yükselişi, verim artışı sağlayan tarım kimyasallarının yoğun kullanımını ve yerel tohumlar yerine melez tohumların ekilmesini sağlamıştır. Yerel tohumlardan endüstriyel tohumlara geçiş ile bakın neler olmuştur?

Minnesota Üniversitesi tarafından ABD’de yerel tohum çeşitlerinden elde edilen ürünler ile marketlerden alınan endüstriyel tohumlardan elde edilen ürünlerin besleyicilik özellikleri karşılaştırılmış ve yerel çeşitlerin üstün olduğu saptanmıştır. Örneğin fasulyelerde antioksidan düzeyleri bazı yerel çeşitlerde endüstriyellere oranla %50, bazı çeşitlerde ise 3,5 ile 21 misli yüksek bulunmuştur. İngiltere’de yapılan diğer bir araştırmada 1930’da ve 1980’de Tarım Bakanlığının gerçekleştirdiği sebze ve meyvelerin mineral madde değerlerini içeren araştırmaların sonuçları karşılaştırılmıştır. Buna göre 50 yıllık bu sürede sebzelerde kalsiyum, magnezyum, bakır ve sodyumda; meyvelerde ise magnezyum, demir, bakır ve potasyumda önemli düzeylerde gerilemeler saptanmıştır.En büyük düşüş sebzelerde beşte bir düzeyine düşen bakırdadır. Sonuçlar bu düşüşlerin endüstriyel tarımın gelişmesinden veya çeşitlerin değişmesinden meydana gelebileceği şeklinde yorumlanmıştır. Washington State Universitesi araştırmacıları 1842 den beri ekilen 63 yazlık buğday çeşidinde 2003 e varıldığında %11 lik Demir azalması, % 16 lık Bakır azalması, % 26 Çinko ve % 50 Selenyum azalması olduğunu saptamışlar ve bugünkü ürünlerin yerel çeşitlere göre %10 ile 25 arasında daha az demir,çinko,protein,kalsiyum ve C Vitamini içerdiğini saptamışlardır. Dolayısıyla ürünlerin çok düzgün şekilli ve albenili olmasından ziyade içeriklerinin ne olduğu önemlidir.Yapılan araştırmalar çeşitli ürün gruplarına göre organik ürünlerde konvansiyonel ürünlere göre besin değerinin ortalama % 20 ,antioksidan değerinin % 30 oranında daha fazla olduğunu göstermektedir.

California Universitesinin 10 yıllık araştırma sonuçlarına göre bazı kanser türleri ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuk görevi yapan antioksidanlardan Flavonoidlerin organiklerde % 79 ile % 97 oranında daha fazla olduğu, lycopene değerinin yine organiklerde konvaniyonellere oranla daha fazla bulunduğunu söylenmektedir.

Organik tarım ürünleri konvansiyonel ürünlerden daha pahalımıdır?

Bu ürünleri alırken parayı ne için harcadığınızı düşünmeniz gerekir. Parayı ne için veriyorsunuz?

  1. Ekolojiye dost bir üretim için suyun, toprağın tarım kimyasalları ile zehirlenmemesi için,
  2. Toprak mikroflorası dahil olmak üzere toprak canlılarının ve toprağın fiziksel ve kimyasal özelliklerinin korunması için,
  3. Küçük çiftçinin desteklenmesi, toprağından kopmamasının sağlanması, ekonomik olarak güçlenmesi için,
  4. Kendinizin ve özellikle de çocuklarınızın sağlıklı besinler yemenizi sağlamak ve gıdalardan gelecek sağlık risklerinizi azaltmak için
    bu parayı verdiğinizi unutmayınız.

Tarım verimliliği konusunda dünyanın 57 ülkesinde yürütülen 280 projede , gelişmekte olan ülkelerde geleneksel metodlarla yapılan tarımın gelişmiş ülkelerdeki teknolojik ve kimyasal destekli tarıma göre toprağa daha az zarar verdiği ve bu nedenle de daha sürdürülebilir olduğu saptanmıştır. Araştırmacılar, toprağın biyoçeşitliliğini bozmayan yöntemlerin uzun vadede daha yüksek hasat verdiğine dikkat çekerek, böcek ilaçlarının ve verim artırıcı kimyasalların kullanılmaması gerektiğine vurgu yapmaktadırlar. Zira tarımsal üretimde meydana gelen yoğun “kimyasallaşma” nın çevreye ve insan sağlığına etkisi ancak uzun vadede ortaya çıkmaktadır (DDT örneği).Endüstriyel tarımın insanlığa üç türlü faturası vardır: “Ucuz gıda adına kimyasal içerikli yiyecekler için önce şirketlere, sonra bunun pisliğini temizlemek için ekolojiye , son olarak da kendi sağlığımızı kurtarmak için doktorlara bedel ödemekteyiz.” Şirketlere ödenen para aşağı yukarı bellidir ama ekoloji ve insan sağlığı için ödenecek bedeli rakamsal olarak ifade edebilmek mümkün değildir.

Arca Atay - Ziraat Yüksek Mühendis

Türkiye'de Ekolojik Tarım

Ülkemizde ekolojik tarımın gelişmesi Avrupa ülkelerinin tersine üreticilerce tabandan değil alıcılarca tepeden aşağı doğru olmuştur. İlk olarak Avrupa'lı alıcılardan gelen talepler doğrultusunda 1984-85 yıllarında Ege Bölgesi'nde geleneksel ihraç ürünlerimiz olan kuru üzüm ve kuru incirin ekolojik olarak yetiştirilmesiyle başlamıştır. 1990 yılında sadece 8 farklı ürün ekolojik olarak üretilirken üretim miktarı ve ürün yelpazesi yıllar içinde artış göstermiştir.

Yasal Çerçeve
Başlangıçta ekolojik üretim tekniklerine dair bilgiler Avrupa'lı danışmanlar tarafından verilmekteydi. 1992 yılında ETO derneğinin kurulmasıyla ekolojik tarımın Türkiye'de sağlıklı ve güvenli gelişmesine katkıda bulunmak hedeflenmiş, hem yasal boyutta hem de teknik bilgi sağlama konusunda çalışmalar yapılmıştır.
1994 yılında IFOAM Temel standartları ve 2092/91 sayılı AB Organik Tarım Yönetmeliği'ne dayalı ilk ulusal yönetmeliğimiz yürürlüğe girdi. Daha sonra yeniden düzenlenerek Temmuz 2002'de yayınlandı. Ekolojik tarımla ilgili ülke çapında kontrol yetkisi Tarım ve Köyişleri Bakanlığına verilmiştir ve bünyesinde ATÜT (Alternatif Tarımsal Üretim Teknikleri) Dairesi kurulmuştur. 3 aralık 2004 yılında yürürlüğe giren "Organik Tarım Kanunu" ile organik tarımsal üretim faaliyetlerine yasal bir çerçeve getirilmiş, kontrol ve sertifikasyon hizmetlerine yasal dayanak oluşturulmuştur. Yönetmeliğin gözden geçirilme çalışmaları bu süreçte devam etmiş ve 10 Haziran 2005 yılında en son 25841 sayılı Resmi Gazetede Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik
yayınlanmıştır.

Kontrol ve Sertifikasyon
Bir ürünün ekolojik olarak pazara sunulabilmesi için tüm üretim sistemi ve zincirinin mevzuata uygunluğunun bağımsız kontrol ve sertifikasyon firmaları tarafından denetlenerek sertifikalandırılması gerekmektedir. Yönetmeliğe göre Türkiye'de faaliyet gösterecek kontrol ve sertifikasyon kuruluşları Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan yetki almak zorundadırlar. Günümüzde bu konuda toplam 11 kuruluş ülkemizde faaliyet göstermektedir. Bunlardan 6 tanesi yabancı diğerleri ise yerel firmalardır.

Üretim ve Pazarlama
Ekolojik tarımsal üretimde ülkemizde genellikle sözleşmeli çiftçi modeli uygulanmaktadır. Bu konuda faaliyet gösteren firmalar üretici gurupları oluşturarak bu üreticilerle anlaşmakta yapmakta ve ürünlerini alarak pazara sunmaktadırlar. Son yıllarda konuya ilgi duyan bireysel üretici sayısı artış göstermiş ve organik tarım faaliyetlerinin sertifikalandırılması için kontrol ve sertifikasyon firmalarına müracaat ederek üretimlerini sertifikalandırmaya başlamıştır.

1990 yılında sadece 8 farklı ürün 1037 ha alanda ekolojik olarak üretilirken üretim miktarı ve ürün yelpazesi yıllar içinde özellikle 2000 yılından itibaren büyük artış göstermiştir. 2006 yılı verilerine göre 210 ürün toplam 192.789 ha alanda üretilmektedir ve toplam üretici sayısı 14256'ya ulaşmıştır.

1990 yılında sadece 8 farklı ürün 1037 ha alanda ekolojik olarak üretilirken üretim miktarı ve ürün yelpazesi yıllar içinde özellikle 2000 yılından itibaren büyük artış göstermiştir. 2006 yılı verilerine göre 210 ürün toplam 192.789 ha alanda üretilmektedir ve toplam üretici sayısı 14256'ya ulaşmıştır.
Ülkemizde üretilen ekolojik ürünlerin büyük kısmı hala ihracata yönelik üretilmekte ve satılmaktadır. 2006 yılı ihracat rakamlarına baktığımızda en büyük Pazar payına sahip ülkenin Almanya olduğunu ve ardından ABD ve İngiltere'nin geldiğini görüyoruz.
İç piyasaya yönelik satışlar ilk olarak bazı büyük illerde özelleşmiş dükkanların açılmasıyla başlamıştır. Daha sonra süpermarketlerde ekolojik ürün rafları oluşturulmuş ve organik ürünlerin daha fazla tüketiciyle buluşması sağlanmıştır. 2006 yılına gelindiğinde ilk Ekolojik Pazar çalışmaları hayata geçirilmiş, İstanbul ve Bursa'da ekolojik ürün pazarları açılmıştır. Ancak, ne yazık ki iç piyasaya yönelik ürün yelpazesi hala yeterince genişlememiş ve aranılan her ürünün ekolojik olarak temin edilmesi henüz sağlanamamıştır.

http://www.eto.org.tr/tureko.asp

Ekolojik Mimarlık



Fosil kaynaklarının ve bu kaynaklardan elde edilen enerjinin sınırlı olması, onların tasarruflu kullanımını zorunlu hale getirmekte, kurumlar bu konudaki duyarlılıklarını ve programlarını iletişim ağında da paylaşmaktadır. Enerji korunumu konusunda son yıllarda yapılan araştırmaların büyük bir bölümü enerji kaynaklarının “tasarruflu tüketimi”ne yönelik önlemleri içerirken; önemli bir bölümü de “yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanma yolları ve ekolojik çevre” konusunda yoğunlaşmaktadır. Önümüzdeki bin yılın binalarının tasarımı, onarımı ve üretimi alanlarında da; [4]

  • Binalarda özellikle ısıtma, soğutma vb. donatıların çalışması için harcanan enerjinin korunumunu sağlamak,
  • Binaya enerji sağlayan kaynağın çevreye zarar vermeden kendini yenileyebilen kaynaklardan olmasını sağlamak bina tasarımcılarının sorumlulukları arasına girmiştir.
Bu bağlamda; [4]
  • Yenilenebilir enerji kaynaklarını dönüştürerek binaya enerji sağlayan 2000’li yılların olası sistemlerini araştırmak ve uygun sistemi seçmek,
  • Seçilen sistemin yapı sistemine entegrasyonunu sağlamak, seçilen sistemin sağladığı teknik, konstrüktif ve biçimsel olanaklarını değerlendirerek binanın enerji performansını artırmaya yönelik önlemleri almak,
  • Entegrasyonun başarısı için uygun konstrüksiyon çözümlerini ve detayları üretmek, bina tasarımcılarının temel uğraşısı durumuna gelmektedir.
20. yüzyılın son çeyreğinde ismini duyuran yeşiller hareketiyle gelişen çevreci/ekolojik yaklaşımlar, değişik alanlarda güçlü yansımalar yaratmakta, yeşilci söylem, doğayı sömürmeye, kirletmeye dayalım süreç ve teknolojileri reddeden, çevre ve insan dostu bir yaklaşım. Çünkü, bu teknolojiler, bizler ve gezegenimizin geleceği açısından önemli riskler oluşturmakta.Dünya kaynaklarının beşte ikisini tüketen ve atmosferik kirlenme yaratan binalar, çevre sorunları çerçevesinde öncelikli alanlardan, Mimarlık alanında, 70’li yıllardan itibaren önemi kavranan enerji korunumu ve pasif/aktif güneş teknolojilerine dayalı tasarım yaklaşımları, çevreci perspektiflerle daha etkin bir içerik kazanmakta. [5]
“Yeşil Mimarlık” ya da “Ekolojik Mimarlık”; binanın, doğuşundan ölümüne kadar tüm girdi ve çıktılarıyla biyosferin ekolojik sistemlerine entegre olabileceği, tasarrufa, dönüştürerek tekrar kullanmaya ve çevreye zararlı atık üretmemeye özen gösteren yaklaşımlar olarak tanımlanabilir. [5]

1. Yeşil Binaların Temel Hedefleri [5]
  • Binayı kullanacak olanlar için dayanıklı, emniyetli, sağlıklı, rahat ve ekonomik ortamların yaratılması.
  • Binaların ve çevrelerin tasarım, yapım, işletim, kullanım, bakım, onarım, yıkım ya da yeni işlev kazandırma aşamalarında (beşikten mezara), ekolojik sistemlerin korunmasına yönelik olarak enerji, su, malzeme, arsa, sermaye gibi tüm kaynakların etkin (verimli) kullanımı.
Bu yaklaşım çerçevesinde temel hedeflerden biri olan “kaynak kullanımında etkinliğin artırılması” açısından dört altın kural önerilmektedir:
  1. “Tasarruf et”, daha az kullanarak aynı kaliteyi ya da performansı yakalamaya çalış, israfı önle.
  2. “Tekrar kullan”, uygulanabilir, güvenli ve sağlıklı olması açısından koşullar yeterliyse atma, değerlendir.
  3. “Dönüştür”; yeniden kullanıma sokulabilme koşullarını oluştur ya da dönüştürülebilir olanı tercih et.
  4. “Yenilenebilir, çevre dostu ve sağlıklı olana öncelik tanı”, çevreyi kirleten ve tükenme riski olanları azalt.
2. Neden Önemli? [3]
“Bugün karşı karşıya olduğumuz önemli sorunlar, geçmişte onları yaratan aynı bilinç düzeyiyle çözülmez.”
Albert Einstein
Enerji tercih ve tüketim profilindeki yanlış şekillenme, üretime yöneltilebilecek potansiyelin israfı yanı sıra, enerji ithalatına dayalı ülke ekonomilerinin olumsuz yönde etkilenmesine, sınırlı kaynakların yok olmasına neden olmaktadır.
Ayrıca, fosil tabanlı petrol, kömür gibi enerji kaynaklarından, binalarda ya da saniyede yararlanılması, ya da bu kaynakların, örneğin elektrik enerjisi üretiminde kullanılması, yaşanmakta olan pek çok sorunun nedeni. Yaydıkları karbondioksit gibi sera gazları sera etkisine, atmosferin, suyun, toprağın kirlenmesine ve ekolojik dengelerin bozulmasına yol açmaktadır.
Sanayi devrimi sonrasında, konforu yapay olarak sağlayacak çeşitli mekanik sistemler geliştirilmiştir. İklimden bağımsız tasarım yapabilme rahatlığı olarak gereğinden fazla benimsenen bu ortam, mekanik olarak ısıtılan, serinletilen ve havalandırılan binaların yaygınlık kazanmasına neden olmuştur.
20. yüzyıl, tanınmış mimar Le Corbusier’in “bina, içinde yaşanan makinedir” tanımına uygun, teknoloji ve mühendislik çözümlerinin hakim olduğu bir yüzyıl. Mimarlık tarihi bu yüzyılı, makinelerin ve makineleri taklit eden binaların tarihi olarak anacak. Bunun nedeni, sanayi devrimi sonrasında makinelerin, adeta, insanoğlunun doğaya hakimiyetinin sembolü haline gelmiş olmasıdır. Böylece binalar da, tıpkı örnek aldıkları makineler gibi montaj hattına dayalı üretimin tipik özellikleriyle bezendiler. Kültür ve iklime sırtlarını dönerek her gün biraz daha birbirlerine benzer haline geldiler. İçinde bulundukları özgün koşullarla şekillenmedikleri gibi, hepsi aynı düzeyde yapay konfor sistemlerine bağımlıdır. Onlar da tıpkı makineler gibi, yeryüzünde yaşamın “sürdürülebilir”liğini tehdit edecek düzeyde enerji ve kaynak tüketip çevreyi kirletmekteler.
1990’lı yıllara kadar kaynaklardan, israf etmeden yararlanabilecek (kaynak-etkin), sağlıklı, daha az kirleten binaların gerçekleştirilmesinde en büyük engelin teknoloji olduğuna inanılıyordu. Oysa gelişmiş ülkeler ve kapitalist anlayışın şekillendirdiği, çevre dostu olmayan teknolojiler kadar ve belki daha önemlisi, çevre sorunlara önem verilmemesi idi. Ancak 90’lardan sonra, ekoloji ve enerji tabanlı duyarlılık ve bilinçlenme, hızlı bir gelişme çizgisine oturdu. Topluma, mimarlık eğitimine ve uygulamalara hakim olması gereken çevre bilincinin geliştirilmesi, yavaş işleyen bir süreç ve yoğun kamu desteği gerektiriyor.
Aslında doğru olan, hem kullandığı enerji, kaynak ve süreçlerle hem de atıklarıyla doğaya zarar vermeden iklim ve çevresiyle bütünleşecek, sağlıklı ve konforlu binalar, yani “yeşil binalar”. Artık 21. yüzyılda binaların örnek alacağı model, makineler değil çiçekler gibi canlı organizmalar. Bu yüzyıl, sanayi devrimi söylemlerinden koparak, “ekoloji ve enerji duyarlılığına sahip, bilgi toplumu olmanın gereklerini ve fırsatlarını yakalamış bir mimarlığın”, küresel anlamda kök saldığı bir yüzyıl olacak.

3. Enerji Etkin Yaklaşımı [5]
Binanın tasarımı, üretimi, kullanımı, işletimi, bakım-onarımı ve yıkımı aşamalarını da içerecek şekilde, yani doğumundan ölümüne kadar “enerji girdilerinin bireysel ve toplumsal yarara yönelik olarak miktar ve maliyetinin minimize edilmesi” olarak tanımlanmaktadır.
Bu anlayış, bina inşaatında kullanılmak üzere gereken bütün malzemenin üretimi ve taşınmasından başlayarak, bina kabuğu, yapısı, elektrikli ve mekanik sistemler gibi tüm bina sistemlerinin tasarım/işletimi, bina ömrünü tamamladığında girdilerin dönüştürülerek yeniden kullanılabilirliğinin sağlanmasına kadar uzanan geniş bir alanı içermektedir.
Binalar, değişik aşamalarda ve değişik amaçlarla enerji tüketmekte. En az 50 yıl yaşam süresine sahip bir binanın kullanım öncesi evresinde, malzemelerin üretimi, taşınması ve inşaat için kullanılan enerjinin “ en az beş katı” kadar enerji miktarı kullanım ve işletim evresinde gerekmektedir. Bu aşamada, iklime, bina türüne ve tasarıma bağlı olarak tüketilen enerji miktarının %35-60 arasındaki büyük bir bölümü ısıtma, iklimlendirme, havalandırma, yapay aydınlatma için kullanılmaktadır. Binaların çoğu zaman 50 yıldan çok daha uzun yaşadığını düşünürsek, özellikle kullanım ve işletim evresinde, enerji etkin yaklaşımların önemli enerji ekonomisi potansiyeli taşıdığını görebiliriz.

4. Enerji Açısından Şehircilik Bölge Seçimi [1]
Bu güne kadar aşırı rüzgar ve güneş daima kaçılması gereken unsurlardı. Yerleşim kararlarında negatif yönde yer aldılar. Artık hakim rüzgarların, güneşlenme olanakları nedeni ile optimum yön olan güney-doğu, güney-batı arasına yönelen yerleşmeye uygun alanların, sadece yaşam konforu açısından değil enerji gereksinimleri açısından da değerlendirilmesi gereği apaçık ortadadır. Çağdaş yaşam konforunun enerji ilişkisi göz önüne alındığında, böyle yapmakla aslında yaşam kalitesinin yükselmesine hizmet edeceğimizi anlarız.
0 ile 6 derece arasındaki araziler düz kabul edilir. 24 derece eğimden sonra inşa güçlükleri devreye girdiğinden bu bölgeler özel amaçlar için ikinci planda ele alınır. Her yamacın “en ılımlı olma niteliğine sahip parçası” “termal kuşak” olarak adlandırılır. Eğim ve yön analizi yapılan arazilerde, vadi tabanı ile en yüksek nokta arasındaki orta yamaçların “termal” kuşak özelliği taşıdığı görülmüştür. Bu kuşakta, ısıtma ekonomisi açısından cephelerin en az 4 saat güneş alması mümkün olmaktadır.

5. Enerji Etkin Yaklaşım Neler Gerektirmektedir? [5]
  • Bina kabuğunun enerji korunumunun yükseltilmesi, “iklime dayalı tasarım”la, güneşten, doğal havalandırma-aydınlatmadan, binayı gereksiz ısı kazancı ve kaybına karşı koruyacak pasif denetim olanaklarından iyi yararlanılması.
  • Isıl konfor ve elektrik gereksiniminin karşılanmasında temiz, yenilenebilir enerji kaynaklarında yararlanmaya öncelik verilmesi. Örneğin, güneş enerjisiyle binanın ve kullanılan suyun ısıtılması, güneş pillerinden elektrik elde edilmesi gibi. Mekanik ısıtma ,soğutma, havalandırma, iklimlendirme (HVAC) ve yapay aydınlatma sistemlerinden yalnızca destek sistemler olarak yararlanılması.
  • HVAC, yapay aydınlatma, elektrikli sistemler, asansör, yürüyen merdivenler, sıhhi tesisat gibi “enerji tüketen tüm bina sistemlerinde enerji etkin tasarım, işletim, denetim ve bakım” yanı sıra, düşük sarfiyatlı ürün kullanımına önem verilmesi.
  • Bina türü ve ölçeğin elverdiği koşullarda, binanın performansının ve enerji etkinliğinin yükseltilmesi için “bina otomasyon sistemleri”nden yararlanılması.
Bu tür bilinçli yaklaşımların yararıysa;
  • İçeride kullanıcısına, minimum enerji ve maliyet karşılığında maksimum üretkenlik, konfor ve sağlığı sunmak.
  • Dışarıda ekolojik sistemle dost ve doğal çevreye saygılı çözümlerle, sürdürülebilir bir geleceğe katkıda bulunmak.
6. Yeşil Binalar Neler Gerektiriyor? [5]
  1. “Enerji etkin” yaklaşımlarla enerji tasarrufu, “kaynak etkin” yaklaşımlarla kaynak tasarrufu sağlanması.
  2. Bina ve çevresindeki doğal ekosistem ve biyolojik çeşitliliğin korunması.
  3. Zorunlu olmadıkça yeni gelişme alanları yaratılmaması, yenileme ve geliştirmeyle mevcut bina ve altyapılardan yararlanmaya öncelik verilmesi.
  4. Yerleşmelerin yaya ulaşımı ölçeğinde ve temel gereksinimlerin içerildiği komşuluk üniteleri halinde tasarlanması, toplu taşım olaylarının yaygınlaştırılıp güçlendirilmesiyle, bireysel ulaşım gereksiniminin azaltılması.
  5. Dayanıklı, uzun ömürlü, tamiratı ve yenilenmesi kolay, zaman içindeki değişimlere göre yeniden değerlendirme ya da yeni işlevler yüklenebilme, uyum yeteneği yüksek binalar tasarlanması.
  6. Tasarımda daha küçük alanda daha kullanışlı mekanlar yaratılması, yani mekan verimi artırılarak inşaat ve işletme aşamalarındaki maliyetin düşürülmesi, bina formunda daha sade geometri tercih edilerek kaynak-malzeme optimizasyonu sağlanması,
  7. 7. Çevreye ve insanlara zarar vermeyen, sınırlı kaynaklara dayanmayan malzemelerin tercih edilmesi, israfa izin verilmemesi.
  8. Uzun ömürlü, onarımı ve yenilenmesi kolay, üretim aşamasında görece daha az enerji gerektiren, yeniden kullanıma girebilen dönüşümlü malzeme, bileşen kullanılması, nakil için gereken enerjiden tasarruf amacıyla yerel olarak mevcut malzemelere öncelik verilmesi.
  9. Bina ve çevre tasarımında suyu israf etmeyecek, su tüketimini azaltacak uygulamalardan yararlanılması; örneğin, çevre düzenlemelerinde daha az bakım, daha az su gerektiren bitki dokusu tercihi, su ekonomisi yapan sıhhi tesisat malzemesi kullanılması, yağmur sularının, duş, çamaşır makinesi ve lavabolarda kullanılmış atık suların (gri su) depolanması, arıtılarak bahçe sulamasında ya da tuvalet temizliğinde kullanılması.
  10. Bina ve insanların sağlığı ön plana alınarak doğal havalandırma, doğal aydınlatmayı zenginleştiren, yoğuşma-küf oluşmasına izin vermeyen tasarım yapılması, bina iç ortamında HCFC, uçucu organik parçacıkları (VOC), radon emisyonu, böcek ilaçları gibi, çevre ve insan sağlığını tehdit eden kirletici ve toksik maddelere izin verilmemesi, denetlenmesi.
  11. Mekanik ısıtma, soğutma sistemlerinde verimi yüksek, zararlı emisyonu düşük ekipman tercihi ve havalandırma dahil, mümkün olan alanlarda ısı geri kazanımı tekniklerinden yararlanılması, yapay aydınlatmada verimi yüksek sistem ve örneğin T7 floresanlar gibi ürünler, düşük sarfiyatları buz dolabı, çamaşır makinesi, TV gibi elektrikli ev aletleri tercih edilmesi.


*****
[1] Y. Mimar Çelik Erengezgin; “Enerji Mimarlığı Bir Saptama”; Arkitekt, Nisan 2001, Sayı 485, sf.20-21, 25-27
[3] Y. Mimar Çelik Erengezgin; “Enerji Kaynakları ve Konut Ölçeği”; Arkitekt, Aralık 2000, Sayı 482, sf.10-25
[4] Doç. Dr. Gülser Çelebi, “Bina Düşey Kabuğunda Fotovoltaik Panellerin kullanım İlkeleri” Gazi Üniv. Müh. Mim. Fak. Der. Cilt 17, No 3, 2002
[5] Prof. Dr. Gönül Utkutuğ – Ayşe Çeviker; “Yeşil Mimarlık”; Bilim ve Teknik Dergisi Mimarlık Eki, Kasım 2002, sf. 6-7.

Organik tarım


Ekolojik (Organik, Biyolojik) tarım yüksek girdi kullanımına dayalı endüstriyel tarımın insan sağlığı, ekonomi ve çevre açısından ortaya çıkardığı olumsuz sonuçların karşısında alternatif olarak ortaya çıkmış bir tarım sistemidir. Kaynakların en iyi şekilde kullanımına dayanarak yanlış uygulamalar sonucu bozulan doğal dengeyi korumayı amaçlayan ekolojik tarım sisteminde, sentetik kimyasal gübrelerin, ilaçların ve hormonların kullanımı yasaklanmıştır. Toprak verimliliği, hastalık ve zararlılardan korunmada uygun çeşit seçimi, ürün rotasyonu, bitki atıklarının değerlendirilmesi, yeşil gübreleme, organik atıkların kullanılması, hayvan gübresi ve biyolojik kontrol gibi yöntemler esas olarak belirlenmiştir.
Ekolojik tarım yüksek kaliteyi hedefleyen bir tarım sistemidir. Başlıca amacı toprak-bitki-hayvan ve insan arasındaki yaşam zincirinde üretim optimizasyonunu sağlıklı bir şekilde sağlayabilmektedir.
Ekolojik tarımla ilgili tüm ulusal ve uluslararası standartlar araziden rafa kadar ürünün izlediği tüm aşamaların kontrolünü ve sertifikasyonu zorunlu tutmaktadır. Sertifikasyonla, ekolojik ürün tüketerek hem sağlıklı yaşamayı hem de doğayı korumayı hedefleyen tüketicilere bir güvence verilmektedir. Ayrıca ekolojik üretim yapan üreticinin standartlara uygun üretimini belgelendirerek ispatlamasına ve ürününü hak ettiği değerde pazarlamasına imkan sağlamaktadır.

http://www.eto.org.tr/ekotarim.asp

Fethiye'de bir mola. Kayaköy'den kareler

Bu linkten Kayaköyle ilgili pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz.
http://www.kayakoy.net

Fotoğrafların orijinalleri için temasa geçebilrisiniz.