31.05.2009

Ekoloji ve İnşaat Sektörü

Son dönemde popüler toplu konut projelerinde sıklıkla dile getirilen kavramlar olarak karşımıza sürekli "ekoloji" ve "sürdürülebilirlik" çıkıyor. Büyük inşaat şirketleri her ne hikmetse bunları ve benzer ifadeleri kendi projelerinin reklamlarında çok kullanmaya başladılar. Ancak bu kavramları ne kadar anladıkları ya da kendi aralarındaki tartışmalarda nasıl yorumladıkları konusunda derin şüpheler içindeyim.

Geçmişe baktığımızda çevresel endişelerin bir grup uçuk! bilimadamının ortaya attığı kıyamet senaryolarıyla ortaya çıktığını görüyoruz. Buna göre dünya halkının bir kısmı yaşadığı ortamı ve kaynakları kullanırken kalıcı çevresel zararlara yolaçmaktadır. Bu aktivite sürekli hale gelirse susuzluktan ölebilir ya da sular altında kalabilir, açlıktan midemiz sırtımıza yapışabilir ya da büyük bir hortumun girdabında kaybolabiliriz. Tüm bu karamsar ve akıldışı kehanetlerin ortak noktası dünyanın doğal dengesini bozuyor olduğumuz gibi saçmasapan, ipe sapa gelmez bir anafikir etrafında buluşmaktadır. İnsanoğlu nasıl olur da iklimsel felaketlere yol açabilir ya da kendi kaynaklarını har vurup harman savurabilir ? Bunu kendimize nasıl yapabiliriz ? Bu bir intihar değil midir ?

Aslında tarih bize bir takım enteresan örnekler vermiyor değil. Teknolojik gelişmenin ve bu sayede insanların hayatını kolaylaştıracak aletleri tasarlamanın peşinde olması gereken "bilim adamı" çok değil 50 sene kadar önce, başarısı öldürdüğü insan sayısına göre hesaplanan nükleer başlıklı füzeleri icat etti. Bunun öncesinde birbirimizi daha iyi öldürmemiz için kuzeylinin biri dinamiti bulmuştu. Sanırım 20 sene öncede güneşin zararlı ışınlarını bizim için engelleyen ve kar amacı gütmeden çalışan bir tabakanın ortasında elbirliğiyle koca bir delik açtık. Daha geçen sene gözümüzün önünde ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük inşaat projesinin gerçekleşmesi adına doğal sahilleri yokettiler ve deniz yaşamına zarar verdiler. Günümüzde de "Küresel Isınma" denilen bir sürecin içinde olduğumuzu farkettik. Bütün dünya ülkeleri ortak bir protokolle buna karşı önlem almaya karar verirken, insanlarının sualtında nefes alabileceğini zanneden birkaç devlet bu önlemleri almaya pek yanaşmadı. Bunlar sadece aklıma gelen ilk örnekler... Bunlar bize gösteriyor ki aslında insan çevresine ne yaptığının henüz çok farkında değil ya da gündelik hırsları yüzünden çok fazla önemsemiyor.

Başta bahsettiğimiz konuya dönecek olursak bir metropolün ortasında ya da kıyısında yükselecek hiçbir toplu konut inşaatının "ekolojik" olması mümkün değildir. Zaten şehir denilen yaşam ünitesi başlı başına yapay bir organizasyondur. İnsan denilen canlının ormandan çıktıktan sonra yaptığı çoğu aktivite doğal dengeyi bozduğu gibi konforumuz adına yarattığımız yeni ortamlar da doğa ile mücadele sonucunda ortaya çıkardığımız ürünlerdir. İnsan olarak, bu ekolojik problemlerin varlığından haberdar olmak ve kaynakların verimli kullanımı konusunda bilgi edinmek belki iyi bir başlangıç olabilir. Ancak bugün binlerce metreküp toprağın yerini değiştirerek ve özellikle büyük şehirlerin nefes aldığı doğal alanları tahrip ederek gerçekleştirilen alt-kentleşme projelerinin ekolojik kaygılar taşıdığını söylemek abesle iştigaldir. Bu projeler en iyi ihtimalle ekolojiye duyarlı bir sistemi binalarına monte edebilirler ama bu eylem bahsettiğimiz konularda ahkam kesmeleri için yeterli değildir. Çünkü çoğumuz biliyoruz ki inşaat sektörü bu kavramları zaten bir reklam aracı olarak kullanmaktadır. Daha önce karşımıza çıkan trajikomik proje tanıtımlarını herkes gördü ama az kişi bunlarının içinin boş olduğunu farketti. "Yeni bir yaşam doğuyor." "Merkeze 15 dakika." "İstanbul'un incisi" "Modern hayata merhaba!" ve şimdi "X Yapıdan Ekolojik Proje". Merkeze özel otomobilinizle 15 dakikada ulaşabilrisiniz. Böylece insanlar daha çok araba alabilir, egzost gazı yoğunluğu artabilir ve daha çok çevre tahribatı ile yeni yollar açılabilir. Binanın cephesine ahşap yapıştırınca hayatımızın modernleştiğini bir mimar olarak şaşkınlıkla izliyorum. Şehrin ücra bir köşesinde yaptığınız 1+1'lerle hangi makus talihli insan evladına yeni bir yaşam önerebiliyorsunuz? Donatı alanı olmayan yüksek yoğunluk vaadeden, salt rant amaçlı inşa edilen, birbirinin tekrarı olan projelerinize nasıl bu kavramsal arkaplanları monte edebiliyorsunuz? O ekolojik! binada oturacak olan Ayşe Teyze kağıt,plastik ve organik atıklarını ayırmadığı sürece isterseniz rüzgar santrali kurun toplu konutunuzun bir köşesine farketmez.

Ne uygulamacı, ne bina, ne kullanıcısı şehrin, modernliğin, sürdürülebilirliğin ve hatta yaşamanın ne olduğunu bilmiyor. Ama bu kavramlar artık inşaat şirketlerinin rantolojik satış politiklarının arasına çoktan girdi.En kötüsü de tüm bu kavramların müteahhitler tarafından reklam aracı olarak kullanılarak birer birer içinin boşaltılıyor olmasıdır. Şimdi sıra ekolojide...

Alper Çakıroğlu 31.05.2009

28.05.2009

EKOTURİZM NEDİR?




Ekoturizm, oldukça yeni bir kavram. İlk kez 1992 Rio Çevre Zirvesi'nde sürdürülebilir bir dünya ve çevre için kriterler ortaya konmuştu. Bu kriterler, turizme de uyarlanarak, çevreye zarar vermeden, ondan yararlanma yöntemlerinin geliştirilmesi ve tüm yerli halkların kültürlerini yoketmeden, onların turizm faaliyetlerinden yararlanmalarının sağlanması şeklinde özetlenmişti.
Günümüze kadar geçen süreç içinde, giderek "ekoturizm" kavramı ve tanımı benimsendi ve 2002 yılının Mayıs ayında, Kanada'nın Quebec kentinde, 133 ülkeden gelen 1100 delegenin katılımıyla yapılan "Dünya Ekoturizm Zirvesi"nde, tüm ülkelerin benimsediği ortak bir tanım saptandı. Buna göre ekoturizm, "yeryüzünün doğal kaynaklarının sürdürülebilirliğini güvence altına alan, bunun yanısıra yerel halkların ekonomik kalkınmasına destek olurken, sosyal ve kültürel bütünlüklerini koruyup gözeten bir yaklaşım ya da tavır" olarak benimsendi.
Bu kavramı benimseyen ülkelerin, doğal sonuç olarak benimsemeleri gereken prensipler ve uygulayacakları yöntemler ise şöyledir:

Ekoturizm politikaları geliştirmek ve planlama yapmak
Ekoturizm için kurallar geliştirmek
Ekoturizm alanında ürün geliştirmek, pazarlama ve tanıtım yapmak
Ekoturizmin getiri ve götürülerini ( maddi ve manevi ) izleyip saptamak

Ekoturizmde uyulması gereken kurallar

Yukarıdaki tanım uyarınca ekoturizm, herşeyden önce "çevre ve kültür değerlerinin sürdürülebilirliğini garanti altına alan, yerel halklara maddi yarar sağlayan turizm" olarak kavransa da, ağırlıklı faaliyet alanı olarak doğada yapılan turizm türlerini kapsamaktadır.
Buna göre, el değmemiş doğada yapılan tüm turizm çeşitleri, ekoturizmin kapsamına girmektedir. Ekoturizmin iki önemli kriterinden biri olan , "doğal çevrenin sürdürülebilirliği" ilkesine, bu doğa turlarında sıkı sıkıya uyulmalıdır.
Doğa turlarında seçilen rota, bu turlar için eğitilmiş uzman rehber kullanılması, turlarda mutlaka uyulması gereken kurallar, çok önemlidir. Gerek tur düzenleyen acentaların, gerekse tur katılımcılarının uyması gereken diğer kurallar ise şöyle özetlenebilir:
- Milli Park, Doğal koruma alanı,vb. ilan edilmiş bölgelerde, ilgili bakanlık ve kurumlarca konulmuş kurallara kesinlikle uymak, girilmesi ya da kamp yapılması yasak ya da kısıtlamalı bölgelerdeki yasaklara uymak,
- Gezilen veya kamp yapılan yerlerde belirlenmiş gezi rotaları varsa, bunlara kesinlikle uymak, tecrübeli doğa rehberinin uyarı ve yol göstericiliğine uymak
- Gezilen yerlerde flora ve faunaya asgari zarar verecek şekilde hareket etmek
- Gezi faaliyeti sırasında çevreye hiçbir şekilde atık bırakmamak, doğada silinemeyecek izler bırakmamak
- Özellikle nesli tehlikede bulunan hayvanların bulunduğu bölgelerde gürültü,vb. kirlilik yaratmamak
- Acentalar için: flora ve faunanın korunmasına özel önem verilen yerlerde gerek yıl içinde, gerekse uzun vadede tur rotalarını, koruma ilkelerini gözeterek, sık sık değiştirmek;yetkili resmi kurumlar tarafından doğa ve dağ rehberliği sertifikasyonu varsa, mutlaka sertifikalı rehberler kullanmak, eğer yoksa, doğa turları konusunda uzman kurum ve kişilerden eğitim almış tecrübeli rehberler kullanmak

Ekoturizmin ikinci önemli kriteri olan "yerel kültürlerin sürdürülebilirliği ve yerel halkların bu turizm faaliyetinden yarar sağlaması" ilkesi ise, iki önemli prensibi barındırıyor. Birincisi, ekoturizm faaliyetinin yapıldığı bölgenin yerel halkının, bu faaliyetten maddi bir pay alması.
Bunu sağlamak için öncelikle, uluslararası büyük tur operatörlerinden ziyade, ülke hatta bölge çapındaki daha küçük acentaların ekoturizm faaliyetinde yeralması arzu ediliyor. Bu acentaların, tur programlarını yaparken, olabildiğince tur gereksinimlerini bölgeden sağlamaları, bölgeye maddi yarar sağlanmasının önemli bir önkoşulu.
İkinci önemli prensip ise, bir bölgeye turizm aracılığıyla katkı sağlarken, maddi ve manevi kültür unsurlarının bozulmaması prensibi.
Otantik kültürlerin, ahlaki değerlerin bozulmadan yaşadığı bölgelerde, turist gruplarının bu değerlere saygılı davranması gerekiyor. ( kılık-kıyafet konusuna özen göstermek, dini ve ananevi değerlere saygılı davranmak, yerel yeme-içme-eğlenme,vd. geleneklere uyumlu davranmak ve mümkün olduğunca katılmak, vs. gibi )
Ayrıca maddi kültür eserlerine de saygılı davranmak, korumacılığı desteklemek, gerek turizm profesyoneli, gerekse tüketici olarak, yerel dokuyla uyuşmayan modern mimari ürünleri yerine, koruma altına alınmış otantik yapılarda hizmet veren konaklama tesislerini tercih etmek ve desteklemek gerekiyor.
Artık tüm dünyada bu çevreci tutumu benimseyen acentalar ve onların turları destek görüyor ve tercih ediliyor. Hatta bu anlayışla faaliyet gösteren acentalara, özel ödüller, belgeler veriliyor.
Gerçekten de, insanların tüm yeryüzünde birbiriyle buluşması, kaynaşması ve barış içinde bir arada bulunmasını sağlayan turizm hareketleri, ancak böylesi bir anlayışla, var olan değerlere zarar vermeden sürdürülebilir.

Türkiye'nin Ekoturizmdeki şansı ve bulunduğu nokta

Ülkemizin zengin coğrafyası ve doğal potansiyeli, doğa turizmi türleri açısın-dan büyük bir şanstır, ancak bilinçsizce davranılması sonucunda, hızla çevre de-ğerlerinin bozulması da kaçınılmaz olacaktır. Bu potansiyel tehlikeyi acilen görüp, doğa içinde yapılan tüm turizm türlerinde "çevreyle barışık" tarz ve yöntemleri benimsemeliyiz.
Ekoturizm kavramı Türkiye'de yeni tanınan bir kavram ve maalesef, resmi kurumlar bu turizm türünün sürdürülebilmesi için, gerekli düzenlemeleri yapmış değiller.
Bu konuda ilgili bakanlıkların ( Turizm, Orman, Çevre, Kültür ) acilen koordineli bir çalışmayla, ortak ve kesin kurallar ( ve gerekli yerde cezalar ) saptamaları, dağ ve doğa rehberliği için sertifikasyon programları geliştirip uygulamaya koymaları, ekoturizm bölgeleri ve rotaları saptanması, en öncelikli önlemlerdir.
Bunlarla paralel olarak ve daha uzun bir süreç boyunca da, hem turizm profesyonellerinin, hem de bölge halklarının, ekoturizm konusunda bilinçlendirilmeleri ve eğitilmeleri gelmelidir.
Özellikle ekoturizmden gelir sağlayacak olan bölge halklarının, sahibi ve bekçisi oldukları doğal ve kültürel zenginliklerin bilincine varmaları ve ancak bunları koruyarak, insanlığa ve kendilerine fayda sağlayacaklarını kavramaları gerekmektedir. Yerel yöneticilere ve bölge halklarına, ekoturizm tür ve çeşitleri ve yöntemleri hakkında eğitim, kurs ve brifingler verilmeli, kendilerinin de ürün ve eko-konaklama imkanları geliştirmesi için destek sağlanmalıdır.
Turizme erken açılmış bazı kıyı bölgelerimiz hariç, henüz ülkemizin pek çok bölgesinde doğa bozulmamış ve bakirdir ve özellikle endemik türler, flora ve fauna konusunda dünyada eşine az rastlanır bir zenginlik vardır. Buna sosyo-kültürel değerler de eklenince, Türkiye, ekoturizm konusunda potansiyel bir cennettir. Bu potansiyeli değerlendirip geliştirmek, hepimizin görevidir.

Çim üretimi

Artık bahçelerimizde her yerde çim alan olmadan olmuyor. Özellikle metropollerde yaşayanların hemen hemen bir çoğunun evinin bahçesi çim alan ve bitkilerle doludur. Bu yüzden çime olan talep artmış ve üretimi çok genişlemiştir.

Üretimi yapılan çimin, tohum çeşidi üretim, nakliye, uygulama, uygulama öncesi ve sonrası yapılan ve yapılması gereken konular hususunda her türlü bilgi verilir.
Sakarya ovası, merkez Adliye Köyü, Sakarya nehri kenarında yapılmaktadır. Sulama suyu olarak, toprak havuzlarda dinlendirilmiş filtre edilmiş tarıma uygun su kullanılmaktadır. Yüksek olan PH bitkinin istediği seviyeye (ortalama 6) düşürülmüş, her türlü toprak tahlilleri yaptırılarak üretim izni alındıktan sonra üretime geçilmiştir.
Çeşit seçimi rast gele yapılmamış olup, üretim alanında çeşitlere ait deneme parselleri ekilerek, çeşitlerin performansları takip edildi. (sıcağa, soğuğa ve hastalıklara) dayanıklı çeşitler seçilerek bunların da birbirine uyumuna dikkat edilerek yapılan karışımla üretime geçildi.
Tarla ve toprak seçimi ile başlayıp, tarla hazırlığı devamında iyi bir tohum ekimi ile devam edildi kontrollü bir çıkış sağlandı.Yaprak biçimi, gübreleme, silindir çekme gibi işlemler titizlikle yapıldı.
İlgili bir yer hazırlığı titiz ve düzenli bir uygulama yapıldığı zaman her yerde aynı güzelliği ve zarifliği devam edecektir.

27.05.2009

Low Budget Private House Design in Czech Republic by Archteam Architect

Czech based firm ARCHTEAM has designed a low budget private house design. Most of the homes of customers ARCHTEAM have limited budgets, for small or standard construction. In general, when designing a house did not have funds for comprehensive programs, and financial condition is usually a significant, but those limits do not limit economic architecture.







The ARCHTEAM tend to build small and standard houses with simple layouts which can be modified and adapted in the future in view of new requirements. Most of their work based on open inner spaces, bounded by the outer wall and only divided by parts of the load bearing structure.

Via. Photography by Esther Havlová

24.05.2009

ZERO ENERGY HOUSE




There are green houses and then there green houses. Zoka Zola’s Zero Energy House which is currently being designed for a space on Adams street in Chicago, is as green as it gets. When it is completed, the 3 story, single-family home will be completely self-sufficient: consuming zero energy except for that which is generated on-site with solar panels and wind turbines.

For most run-of-the-mills homes, solar and wind energy would not be enough to power a single-family house. The Zero Energy house, however, has been specifically designed to maximize light, heat and energy intake in the way it is positioned in relation to the sun, wind and landscaped elements like trees. Architect Zoka Zola has specifically mapped out the location of the sun (and corresponding shade) at various points during the year to ensure that the Zero Energy House is always energy efficient, wind rain, or shine.

In summer, the operable windows allow cross ventilation. The tree in the south garden shades the house from the sun. In winter, warm sunlight floods the shallow rooms through large south-facing windows, heating the exposed concrete interior walls, creating a thermal mass which will warm the building throughout the night.

The building is surrounded by plants to help insulate it from the heat and cold. The building’s exterior is draped with ivy, while mosses, herbs and grasses covers the building’s roofs. The accessible green roof encourages bio-diversity and will absorb water runoff, while insulating the interior and protecting the roof from thermal shock and ultra violet deterioration.

The architect says “We would like this building to be an inspiration to other homeowners and developers in urban environments.”

Count me inspired.

straw house

23.05.2009

Green Home Construction & Asbestos Removal




In the home design and construction world, there are many additional responsibilities home owners have. Highly regarded throughout the 20th century, asbestos was the pinnacle of building materials, containing flame resistant and durable qualities that industries sought out. Fueling many aspects of life in the United States, environmental sustainability is on the minds of citizens and those involved in construction in many states.

Potential home buyers, designers or those involved in construction should be aware that homes may contain asbestos and other obsolete methods of construction. This isn’t to make you worried because asbestos exposure is easily prevented by taking simple precautions. There are now many green Eco-friendly design alternatives that replace the need for harmful asbestos and can reduce annual energy costs in the home.

If you locate asbestos in the home, you shouldn’t panic. Most asbestos that is in good condition does not pose any health risks. Most experts suggest leaving it undisturbed until an inspector can determine the legitimacy of concerns. Asbestos still regularly appears in roof shingles, dry wall, attic insulation, popcorn ceilings, joint compounds and electrical wires.

Frequent exposure to airborne asbestos fibers may lead to the development of peritoneal mesothelioma, a rare but severe form of asbestos lung cancer. Manufacturers of asbestos were aware of its toxic qualities, but repressed any evidence that demonstrated that. The amount of asbestos incidents has lead to mesothelioma lawyer firms fighting for victim rights. Thousands of workers, citizens and military personnel were wrongfully exposed as a result of the asbestos scandal. This has become known as one of the more formidable cover-ups that took place in the 20th century.

Green: Better for Your Health and Your Pocket

Most people are unaware to the fact that Eco-friendly products can cut energy costs by 25 to 35 % per year. Many cities in the U.S. have created lumberyards which re-store where you can purchase recycled building materials that are authentically strong and inexpensive. Rather than expensive and mal-treated wood, interior walls can be made from steel and concrete, avoiding many of the problems associated with asbestos and other insulation methods. Green alternatives to asbestos include the use of cotton fiber, lcynene foam and cellulose.

Cotton fiber is also becoming a favorite insulation method. Made from recycled batted material, it is then treated to be fireproof. Water based spray polyurethane foam, Icynene, is a healthy insulation which contains no toxic components. These new environmentally-sustainable alternatives create healthier, quieter and more energy efficient homes in the 21st century.

Joe Lederman is the Awareness Coordinator at the Mesothelioma Cancer Center. (www.asbestos.com)

22.05.2009

Son Kumsal

'Ekolojik kıyamet'

Yeryüzündeki 'canlı' ve 'cansız' dediğimiz 30 milyar sistem her gün atık bırakıyor. Ozan tabakası deliniyor, buzullar eriyor. İnsanlarla hayvanlar arasında korkunç bir savaş başladı. Yeni virüsler, bakteriler ortaya çıkacak.

Derya Sazak: BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, küresel ısınmayı BM'nin öncelikli konusu ilan etti. Dünya bir "ekolojik felaket"e gidiyor. Yıllardır, "ekolojik ekonomiye geçilmesini" savunan ve "Türkiye doğasını kaybediyor" diye feryat eden bir akademisyen olarak yakın geleceği nasıl görüyorsunuz?

Barbaros Çetin: Gezegenin biyolojik sisteminin artık dayanma gücü kalmadı! Dünyanın nüfusu yaklaşık 6.5-7 milyar, buna 3-4 milyar dolayındaki hayvanlar alemini de eklediğimizde kabaca 10 milyar canlı ediyor. Sanayideki fabrikalar, otomobil, uçak gibi ulaşım araçlarını da sayarsak 30 milyar "canlı", "cansız" dediğimiz sistem her gün katı, sıvı, gaz halinde atık bırakıyor, gezegene. Bu da dünyayı kirletiyor.

15-20 yıl önce bu sorunları bölgesel düzeyde konuşuyorduk, şimdi küresel ölçekte tartışıyoruz. Dünya ekonomisinin sınırlarını belirleyen güneş enerjisi ve biyosentez. Yani doğanın tüm ekolojik gücü. Bu güç, insan nüfusunun hızla artışı ve buna paralel olarak genişleyen yerleşim nedeniyle tükeniyor.

Kutuplardaki erime artık yeryüzünde iklimin seyrini değiştirmeye başladı. Çünkü gezegenin ekolojik sistemi bu kadar atığı kaldıramıyor.

Ozon tabakasında delinme
"Ozon tabakasındaki delinme" tartışması gündemden kalktı mı? Son dönemde daha çok küresel ısınma konuşuluyor...

Devam ediyor, ozon tabakası delindi. Klorlu karbonlar, azot oksitler ve karbondioksit gazlarının ozon tabakasının delinmesine yol açtığı ispatlandı. Ozon tabakası farklı yerlerde delinebiliyor. Örneğin 2, 3 ay önce Arjantin'in bir kasabasında ozon tabakasındaki delinme nedeniyle ultraviyole ışınların en fazla etkisi altında olduğu ispatlandı. Kutuplar hızla eriyor.

Dünyanın ısısı 2 derece daha artarsa felaket bekleniyor...

Güneşten aldığımız enerji kutup bölgelerine yayılarak geliyor. Okyanuslardaki sıcak soğuk su akıntıları, rüzgâr hareketleri bu ısıdan etkileniyor. İklim bilimciler bu yıl İzlanda'da beklenen hava hareketlerinin yaşanmadığını açıkladılar.
Bu sene kış olmadı. Yağış da almadı Anadolu. Ayaş, Beypazarı civarında 10 tarladan 7'sinde buğdaylar kurumuş halde.

Biyolojik ritim bozuldu
Meyve ağaçları erken çiçek açtı ama havaların tekrar soğumasıyla çiçeklerini döktü. İklim değişikliğinin bedeli...

İklim değişikliği hem kültürel bitkilerin hem de doğal bitkilerin biyolojik ritmini bozdu. Malatya'da bunu yaşadık. Çukurova'da yılda 3 defa ürün alınır. Bu sene buğdayı üç defa ekmek zorunda kaldılar. Çünkü 2006'nın sonbaharında Türkiye'de hava ve toprak soğumadı. Doğu Akdeniz bölgesinden de hava patlamaları, ani seller oldu, buğday çürüdü. Her bitkinin kendi biyolojik düzeni var. Aşırı nüfus ve kirlenme doğanın düzenini bozuyor. İklimi kontrol edemiyoruz, bu durumda Anadolu'da artık büyük tarım fabrikaları kurmak zorunda kalacağız.

Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Türkiye'nin su kaynaklarının tükenmekte olduğunu açıkladı. Nereye gidiyoruz?

Kaos olacak. Ankara çevresinde artık derelerden ırmaklardan çekilecek kum kalmadı. Kaçkarlar'da bir araştırma yaptık Karadeniz otoyolu dağ eko sistemine büyük zarar veriyor. Dağları parçalıyor, oradan çıkan büyük kayalarla denizi dolduruyorsunuz. Deniz bunu affetmeyecek.

Mezardaki ceset çürümüyor
Isınma sonucu, yumurtlama dönemleri kayan hayvan türleri değişiyormuş.

Kanada'da ispatlandı; o güzelim alabalıkların cinsiyet değiştirmesinin sebebi ne çıktı biliyor musunuz? Doğum kontrol haplarının kalıntıları, doğal alanlara, nehirlere karışıyor. Atıklar balıklara zarar veriyor.

Başka bir örnek; son 3-4 yıldır Avrupa'daki bazı mezarlıklarda insan cesetleri çürümüyor. Çünkü Avrupa sanayi devrimi geçirdi, aşırı kirlendi ve uzun yıllar hep konserve, koruyucu gıda yapıyor. Dolayısıyla insan kimyasallarla, koruyucularla kendini mumyaladı. Vücuduna onlar birikti, atamıyor. Çürümüyor, şimdi insan cesetleri...

İnsanlar çürümemeye başladıysa gezegenin biyolojik yapısı ölen diğer bitkileri hayvanları nasıl çevirecek? Biyolojik çevrim olmazsa dünya ölü bataklığına dönüşecek.

Korku filmi gibi... Karanlığa gidiyoruz.

Ekolojik kıyamet de diyebiliriz. Sorunun yüzde 90'ı insan kaynaklı. Bu kadar açgözlülüğe doğa yetmiyor. Bir biyolog olarak global çöküşün eşiğinde olduğumuzu görüyorum. 21. yüzyılda insan kendini "teknolojik maymun"a çevirdi. İstanbul'da yakında araçlar trafiğe çıkamayacak, kent ulaşımı kilitlendi. Yağışlar azaldı. Su yetmiyor.
Teknoloji çift taraflı bıçak gibi, artık olumsuz tarafı ağır basıyor.

Kaçkarlar'da buzul erimesi
Kaçkarlar'da durum ne? Küresel ısınmanın etkisi başladı mı? Türkiye'nin en zengin bitki türüne sahip dağları koruyabilsek...
Küresel ısınmanın Türkiye'deki yansıdığı noktalardan biri Kaçkarlar. 3500-3800 metrelere kadar 3 yıldır Kaçkarlar'ın bütün her yerini taradık. 3000 metredeki yaylalardan birinde çalışırken 80 yaşındaki bir köylü vatandaşımız geldi. Merak etmiş bizleri. Ona da sorduk "Doğada değişiklik var mı?" diye. "İki senedir musluklardan yeşil yosunlar akmaya başladığını" söyledi.

Bizim tespitlerimiz de aynı yönde: Kaçkarlar'da yıllar hiç erimeyen buzul son 2 senedir erimeye başlamış.

İsrail'den doğa casusları
Bitki türlerini tehdit ediyor mu ısınma?
Kaçkarlar'daki başka bir tehlikeden söz edeyim. Binlerce İsrailli turist geliyor. Her 10 kişiden 3'ü "doğa casusu." Hacettepe'den genç bir asistan grubu bu durumu belirlemiş ve börtü böcekleri toplarken, jandarmaya teslim etmişler.

İsrail, dünyanın en büyük gen laboratuarlarına sahip. ABD'deki Silikon Vadisi gibi bilim vadisi var İsrail'de. Yabani çiçeklerin bir kısmını çiçekçilik alanında kültüre alıyorlar.

Yeryüzünde en önemli casusluk alanlarının başında son 20 yıldır "doğa casusluğu" geliyor. Çünkü bu kadar hızlı kirlenmenin karşısında insanlığın yeni gen, "yabani gen" kaynaklarına ihtiyacı var.

Kaçkarlar'daki canlı türlerini korumanın yasal önlemi nedir?
Orası Milli Park. Ormancıların koruması altında. Yaylalarda insanlar birbirinden uzak, vahşi doğada yaşıyorlar. Her yere de orman mühendisi dikemezsiniz. Denetimi gümrüklerde yapmak lazım. Bırakın yaban hayatı korumayı bizde "doğa bilimleri müzesi" yok. İngiltere'de bir müzede 60 botanikçi çalışıyor.

Kyoto'ya imza sorunu
Kyoto Protokolü'ne imza atmayan ülkeler arasında Türkiye de var.

Türkiye Kyoto'yu imzalamalı. Ama ekonomik gücü yok. Borç batağındayız.

ABD de imzalamıyor.

İşine gelmiyor. Amerika'da dev bir sanayi var ve atmosfere salınan gazların yüzde 35'ini çıkarıyor. Ekonomik refahı sürdürmek için doğayı sömürmeye devam ediyorlar. Oysa başka dünya yok.

Ekolojik savaşlara hazır olmalıyız. Su savaşları Türkiye için de bir tehdit.

Kesinlikle. Türkiye'de kanserden ölümlere bakın, Çernobil'den sonra Karadeniz bölgesinde vakalar arttı. Yatağan'da baca gazları ve asit yağmuru nedeniyle ölüyor canlılar. O bölgedeki ormanların yüzde 70'i yok oldu.

Kirleten ödeyecek
Kurtuluş nasıl olacak?

İnsanlarımızı daha bilinçli kılarak. Hızla yenilenebilir enerji kaynaklarına dönmek zorundayız. Karbon yüksekliği global ısınmaya neden oluyor. Bazı ülkeler karbon vergisi koymaya başladı. İngiltere gelecek yıl karbon kartı çıkaracak, kişisel kart.
Belediyelerin aldığı atık su vergisi gibi. Havayı kirleten de ödeyecek.

Yıllık, belli bir standardın miktarın üzerine çıkarsanız. Çıkmazsanız tam tersi, teşvik alacaksınız. Örneğin Belçika'nın bazı belediyelerinde doğayla uyumlu yaşamanın karşılığında 200, 300 euro destek alıyorsunuz

Ankara'da tropik papağanlar yaşıyor
Ankara'da havanın ısınması nedeniyle, tropik papağanlar açık havada yaşamaya başlamışlar? Fotoğraflarını çekmişsiniz.

Papağanları son on yıldır Tandoğan'da fakültemizin bahçesinde görmeye başladık. Yurtdışından kaçak olarak getirilmiş, yetkililer bunu alıp salmışlar doğaya. Fen Fakültesi, Anıtkabir ve Çiftlik bölgesi arasında kendilerine bir ekolojik yaşama koridoru kurmuşlar ki on yıldır kaybolmuyorlar. İki gün önce çekilen fotoğrafları getirdim.

Çevre sorunlarının ağırlaştığı Türkiye'de neden bir yeşiller partisi yok? Partilerin de fazla duyarlı oldukları söylenemez.

Yeşiller artık marjinal bir hareket değil. Almanya ve İsveç'te nükleer santrallar kapatılıyor. Paris'teki iklim zirvesinde artık termik santral yapılmayacağı kararı çıktı.

Türkiye'de ise hükümet birkaç ay önce kömüre dayalı yeni santrallar kurulacağını ilan etti. Hem AB üyesi olmak istiyoruz hem de Avrupa ve BM çerçevesinde alınan kararlara ters düşüyoruz. Çelişkiye bakın.

Daha az enerji tüketerek yaşamayı öğreneceğiz.

Tasarruf yapacağız. Doğayla barışacağız. Global ısınmanın sonuçlarının yeterince farkında değiliz. Örneğin keneler çoğaldı. Piknik alanlarında veya ağılların olduğu yerlerde insanları öldürmeye başladı. Gezegende insanlar ve hayvanlar âlemi arasında korkunç bir savaş var. Yeni virüsler, bakteriler, hastalıklar ortaya çıkacak.

Kimdir?
Prof. Barbaros Çetin, 1981'de Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü'nden mezun oldu. Doktora tezini İsveç'te tamamladı. 1987 -1990 arasında İsveç Bilim Enstitüsü'nün ve İsveç Bilim Akademisi (NOBEL) burslarıyla Almanya, Finlandiya ve İskoçya'da botanik çalışmaları yaptı. 1988'de Antalya Köprülü Kanyon'da topladığı bir karayosun örneği özgün bir tür olarak dünya kataloğuna alındı. 1989'da İsveç Bilim Akademisi'nce Çevre ve Doğa Koruma Ödülü verildi.
1990'da doçent oldu. 2000 yılında profesör unvanı aldı. 2001 -2004 yılları arasında Ankara Üniversitesi'nde Botanik Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. Prof. Çetin çok sayıda bilimsel yayın ve çevre ödülü sahibi.

Tarih: 26 Mart 2007 Kaynak: Milliyet Yazan: Derya Sazak

Bitmeyen yol kavgası

Yolsuzluk iddialarıyla sık sık gündeme gelen ve eski bakanlardan Yaşar Topçu'nun Yüce Divan'a gitmesine neden olan 541 kilometrelik Samsun-Sarp Karadeniz Sahil Duble Yolu'nun 10 kilometrelik Artvin-Arhavi bölümü, 'doğal hayatın tahrip edildiği gerekçesiyle' mahkeme kararıyla durduruldu.

Çevreciler ve bilimadamları, Karadeniz'in büyük bölümünde sahil şeridinden geçen otoyolu, en azından Arhavi'de şehrin güneyinden geçirmek için proje hazırladı.

Trabzon danıştay kararıyla
Yapımına ilk kez 1985 yılında başlanan 541 kilometrelik Samsun-Sarp Sınır Kapısı arasındaki otoban inşaatının yüzde 62'lik bölümü (yaklaşık 300 kilometre) tamamlandı. 7 ayrı firma tarafından 7 ayrı noktada başlatılan otoyol inşaatının Trabzon bölümü, 'doğal hayatın tahrip edildiği' gerekçesiyle, daha önce durdurulmuş ancak Danıştay, Bölge İdare Mahkemesi'nin kararını iptal etmişti.

Arhavi'de yola mühür
Çevreciler bu sefer de aynı gerekçeyle, Artvin'in Arhavi İlçesi'nde, yol inşaatının durdurulması için, Erzurum İdare Mahkemesi'nde dava açtı. Başvuruyu haklı bulan Mahkeme, yol inşaatının durdurulması kararı aldı. Karadeniz Otoyolu'nun Arhavi bölümünü yapan Paksoy firması, mahkeme kararına aldırmadan inşaata devam edince, Belediye Başkanı Musa Ulutaş devreye girdi ve geçtiğimiz hafta başında, inşaatı mühürledi. Ancak Arhavi Kaymakamı Akın Varıcı Er, Salı günü çalışmaları yeniden başlattı. Başkan Ulutaş bunun üzerine, Perşembe günü, otoban inşaatını, iki ayrı yerden mühürledi.

Güney projesi hazır
Ardından Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) ve Van 100. Yıl Üniversitesi, otoyolun, Arhavi'nin güneyinden geçmesi için alternatif bir proje hazırladı. Belediye Başkanı Musa Ulutaş, geçtiğimiz günlerde, hazırlanan yeni projeyi tanıtmak için brifing düzenledi. Ulutaş, 'Bugüne kadar tepkimizi hukuk çerçevesinde sürdürdük. İlçemiz sahillerinin taş yığınına dönüşmesini istemiyoruz' diye konuştu.

Başbakan kararlı
Karadeniz Sahil Otoyolu'nun 2005'te tamamlanması bekleniyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Karadeniz Otoyolu'nun bir an önce bitirilmesi için talimat verdi. Başbakanlık genelgesinde, Karadeniz Sahil Yolu için 2005'te ayrılan ödeğin 6 ayda kullandırılması, kamulaştırma ödeneklerinin yılın ilk 3 ayında serbest bırakılması öngörüldü. Otoyolun tamamlanabilmesi için, 1.1 katrilyon liralık yapım, 100 trilyon liralık da kamulaştırma ödeneği gerekiyor.

Ekolojik denge bozuldu
Karadeniz Çevrecileri Derneği Başkanı Kenan Kuri, dolgu yolun Karadeniz'in büyük turizm potansiyelini baştan başa sıfırladığını anlattı. Kuri şunları söyledi: 'Deniz tahkimatı ve mahmuzlar üzerinde turizm olmayacağı ortada. Turizm tesisi kuracak alan bırakılmadı. En önemli konu da ekolojik dengedir. Zengin flora ve fauna tahrip oldu. 60'lı yıllardan beri Karadeniz'e yapılan müdahalelerle, balıkçılığı besleyen 23 türden, bugün yalnızca 5 tür avlanabiliyor.'

Bin yıllık güzellik gitti
Otoban, Karadeniz ve Türkiye'nin Kafkaslar'a açılan kapısı olan Artvin'in Hopa İlçesi'nde, sahil şeridinden geçerek Sarp Sınır Kapısı'na ulaşıyor. Hopa'nın ÖDP'li Belediye Başkanı Yılmaz Topaloğlu, yol nedeniyle 12 dönümlük bir rekreasyon alanı oluştuğunu ancak burada müteahhit firma tarafından hiçbir çalışma yapılmadığını vurgulayarak, 'İnsanlarımızın altı şeritli yolu aşarak rekreasyon alanlarına geçmesi akıl karı değil. Bu projenin bütünlüklü bir proje olduğunu düşünmüyorum. Alternatifler ve insani değerler düşünülmüyor. Tek şeritli ulaşım var şu anda. Maddi hasarlı çok kaza oluyor ve ölümlü kaza riski yüksek. Kıyı kirliliği, kıyı dolgusu, bin yılda oluşabilen güzelliği yok etti. Hapishane görüntüsü mevcut' dedi.

27 yıldır tartışılıyor
Karadeniz Sahil Yolu inşaatına 1985 yılında ANAP Hükümeti döneminde, Trabzon şehir merkezindeki 7 kilometrelik bölümle başlandı. Zaman zaman ara verilen otoyol inşaatı, 1993'te hızlandı. Otoyola bugüne kadar, bir buçuk milyar doların üzerinde para harcandı. 1997 yılında ANAP-DSP-DTP koalisyon hükümeti döneminde yapılan Doğu Karadeniz Kesimi ihalesinden sonra yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı. Müteahhitler hakkında davalar açıldı. Dönemin Bayındırlık ve İskan Bakanı Yaşar Topçu'nun Yüce Divan'da yargılanma süreci başladı. Sahil Yolu kapsamındaki Trabzon şehir geçişi için de iki dava açıldı. 2004 yılı başında açılan davalarda, Trabzon İdare Mahkemesi, Ganita-Beşirli ve Çömlekçi-Havaalanı mevkileri için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak Danıştay, İdare Mahkemesi'nin kararını iptal etti.

Yeşille mavinin arasına set çekildi
Çevreciler ve bilimadamları, Karadeniz Otobanı'ndaki yanlışları şöyle sıralıyor:

Projeleri hazırlanmadan, alternatifler düşünülmeden, hiçbir etüt ve fayda-maliyet analizleri yapılmadan, ÇED kapsamı dışında tutularak yapıldı.

Bölge gereksinimleri düşünülmedi, kıyılara yüklenildi, bina ve yaya trafiği içiçe olan koridorla sadece trafiği rahatlatma ve hızlandırma düşünüldü.

Arazisi kıt Karadeniz'de yeşille mavinin sahilde buluşması engellendi.

Yerleşim yerlerinin içinden geçmesi trafik kazaları, ölüm ve sakatlık riskini arttırdı.

Kıyı yerleşimlerini çukurda bıraktı ve sel suları altında kalma riskini yükseltti.

Rekreasyon alanlarının içinden geçen yol deniz kültürü gelişmiş insanların önüne fiziksel, sosyal ve görsel set çekti.

Milyonlarca yılda oluşan geniş kumsal hazineleri bir çırpıda kapatıldı, astronomik bedellerle kıyıya dik mahmuz-lar oluşturulup bir avuç kum elde edilmeye çalışıldı.

Zengin flora ve fauna tahrip edildi, kıyı dengesi altüst oldu, balıkçılığı besleyen balık türlerinin yumurtlama alanları yokedildi.

20 Şubat 1999 yılında yaşanan deniz fırtınası ve dev dalgalara dayanıklı olmadığı tahkimatların, mendireklerin ve barınakların yıkılmasıyla belgelendi.

20-30 yıllık getiri-götürü hesap edilmedi, keşif bedeli 2-3 milyon ABD Doları /Km. olan yol 4 katına maloldu.

Anayasa'nın 56. ve 43. maddelerine aykırı yapıldı, 3621 sayılı Kıyı Kanunu hiçe sayıldı.

6 il, 63 ilçe, 8 milyon insan
Karadeniz Otoyolu, 8 milyon insanın yaşadığı 6 il ve 63 ilçeden geçiyor. Otoyolun sahilinden geçtiği şehirler şunlar: Samsun şehir geçişi: 12, Bolaman-Perşembe: 28, Ünye-Piraziz: 83, Piraziz-Espiye: 46, Araklı-İyidere: 27 kilometrelik güzergahın yapımı 1983'te başladı. İyidere-Çayeli: 33 kilometrelik bölümü ise 11 yıl önce başlandı. Çayeli-Ardeşen-Hopa: 76 kilometrelik bölümü de 1993'te başladı. Çarşıbaşı-Trabzon-Araklı: 68 kilometre. (Yolun bu bölümü, eski Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu'nun Yüce Divan'a gitmesine neden oldu)

Kilometresi 11 milyon $
KTÜ İnşaat Fakültesi Ulaştırma Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fazıl Çelik, Karadeniz Sahil Otobanı için, 'Katliam yolu' tanımlaması yaptı. Yolun, 'pahalı' olacağı gerekçesiyle, projenin şehirlerin güneyi yerine kuzey yani deniz kıyısı için hazırlandığını belirten Fazıl Çelik, 541 kilometrenin yüzde 60'ının, deniz doldurularak inşa edildiğini açıkladı. Bugüne kadar yapılan harcamanın tahminen 1.5 milyar dolar olduğunu ifade eden Doç. Dr. Çelik şunları söyledi: 'İnşaat, hiçbir etüt ve proje yapılmadan başlatıldı. Yolun en zor bölümü olan Ordu Bolaman'da, kilometreye yapılan harcama 11 milyon dolar. Bu ucube yatırım, bölge insanını ezip geçti. Kıt doğal kaynaklar kamu yararı gözetilmeden hovardaca israf edildi. Eğer Karadeniz için çok uygun olan 'kuşaklama' (şehrin üst kısmından geçen yol) projesi yapılsaydı, yolun kilometre maliyeti en fazla 2.8 milyon dolar olurdu. Karadeniz Bölgesi'nin tümünde, kuşaklama projenin uygulanması mümkündür ve maliyet 1.5 milyon dolara kadar düşmektedir.

Doğal hayatı tahrip ettiyse iş işten geçti
Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) Başkanı Erdal Eren, şu anki otoyol projesini, 'Bazen en uygun proje, en ucuz olmayabilir' sözleriyle savundu. Eren şunları söyledi: 'Karayolları Genel Müdürlüğü, Karadeniz Sahil Yolu için müşavir firmalara alternatif projeler hazırlattı. Firmaların hazırladığı projeler arasından en uygun olanı seçildi. Eğer yol sahil yerine güneyden geçirilseydi, birçok şehir, köy ve kasaba için ayrı bağlantı yolları yapılması gerekecekti. Bazen en uygun proje, en ucuz olmayabilir. Şu aşamadan sonra Karadeniz Sahil Yolu'na karşı çıkılması, bence mantıklı değil. Doğal hayatı tahrip edip etmediğini bilmiyorum ama ettiyse bile artık iş işten geçmiştir.

Yol tamamlanacak
Hukuki yollara başvurularak inşaatın durdulması, yalnızca yolun hizmete girme zamanını geciktirir. Karayolları, gerekli mercilere başvurarak durdurma işlemlerini iptal ettirecektir ve yol tamamlanacaktır.

Akşam - Erkan Şahinbaş - Turan Şentürk

Asrın Ucubesi: Karadeniz Otoyolu




Karayolları Bölge Müdürü Mahmut Çelikcan, Yusuf Turgut'la yaptığı söyleşide �Asrın projesini yapıyoruz, popülizme geçit veremem� demiş.

Müdür Beyin �Asrın projesi� dediği Karadeniz Sahil Yolu, şimdiden binlerce yılda oluşmuş kıyılarımıza karşı 1960 yılından sonra yapılan, ikinci ve en büyük �asrın intihar eylemi� olarak tarihteki yerini aldı.

Yapılan projeyle �Karadeniz Halkı� diye deniz kenarında yaşayan ve denizden nasiplenen insanların önüne, içinde ölüm tuzaklarının bulunduğu bir �Çin Seddi� dikildi ve denizle barışık halkın yerini, �seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli� şarkısını söyleyen bir insan topluluğu aldı.

Trabzon'a gelen konuklarımızı denizle buluşturmanın derin huzursuzluğunu yaşayan birisi olarak, her defasında �transit yolu� kesif egzoz kokuları ile ölümle dans ederek geçip kıyıya ulaşmanın kahramanlığını yapmaktan usandım.

Dünyayı gezmiş görmüş, aklı başında pek çok uygar insanın Trabzon'u gördüğünde �taşımacılık� adına �binlerce yıllık doğanın� ve �tarihi şehrin� katletmesine karşı duydukları öfke ve �vah vah� ünlemelerine karşı söyleyecek söz bulamıyorum.

* * *

Bu asrın tarih ve tabiat soykırımı sırasında; özellikle Trabzon şehrinin sahipsiz kalması, direnç gösteren bir avuç namuslu aydının yatırımları istemeyen � şehir hainleri� şeklinde ilan edilmeleri şimdi unutulmuş gibi görünüyor.

Ne istemişti bu aydınlar ?

Kamu yatırımlarının çok amaca hizmet etmesi ilkesini �Karadeniz Otoyolu'nun� da yerine getirmesi istendi.

Yolların ülkenin damarları sayıldığı, bu damarların aynı noktadan geçmesinin �ekonomik� olamayacağı savunuldu.

Şehirlerin sosyal ve kentsel gelişmesinde karayollarının ana roller üstlendiği, yeni yerleşim alanlarını üretmesi ve yeni yolun mevcut kente uzun bağlantı yollarıyla bağlanması gerektiği bilimsel ölçütlerle anlatıldı.

Ancak bu gerekçelerin hepsi kulak arkasına itildi.

Yolu �içerlerden� geçirerek şehirlerimizi ve kamulaştırmalar yoluyla da halkını zenginleştirmeyi reddeden hükümetler, kamulaştırmay! a para vermediler ama yolu hesapladıkları maliyetin üç katına çıkararak, yüklenici firmalara çuvallar dolusu parayı verdiler.

Mühendislik ve şehircilik disiplinlerine �takla attıran� bu ucube projenin hala daha savunulduğunu görünce; ister istemez siyasi öngörüsüzlüğün, varlığını �biatla� sürdüren bürokratik körlükle nasıl bir çarpık mantık kardeşliği içinde olduğunu anlıyorum.

Karayolu gibi önemli ve çok amaçlı kamu hizmetini, Avrupa'dan gidecek malları Asya'ya, oradan yüklenecek hammaddeleri Avrupa'ya taşıyacak tırlar için ticari bir geçiş yolu olarak planlayan �dünya efendilerine� itirazsız uyarsanız olacağı budur.

Sahillerimizi boydan boya katleden bu proje, asla �milli� bir yol ağı amacını taşımadı ve taşımayacaktır.

Bu projenin, �hızlı� ve �tek amaçlı� inşasına izin veren makamların şimdilik vicdanlarda mahkum edilen kararları, umarım ileriki yıllarda karşılaşacağımız afetlerin de etkisiyle yargının önünde son bulur.

* * *

Benim bir başka üzüntüm, bu ucube �kamyon ve tır yolunun� Trabzon'a bağlantı sağlamak amacıyla yapılan geçiş yollarıdır.

Hiçbir uygar ülkede ve şehirde bu denli gereksiz yol ağını, şehri ayrı kasabalar gibi bir birine bağlayan şehir geçişlerini bir arada göremezsiniz.

Trabzon'u bu ucube yola bağlayan geçişlerdeki hantallık ve teknik hatalar, zamanla ciddi kazaların yaşanmasına yol açacaktır.

Zaten teknik standartlarla ilgisi olmayan, �bir buçuk şeritlik� bağlantı yollarının trafikte neden olduğu ağırlığa, şimdi de yaklaşma yollarının transit yolla keskin birleşmesi sonucu ortaya çıkan �ölümcül riskler� eklendi.

Türkiye'yi lütfen gezin, şehrimize yapılan yolların projelendirmesinde hatta tabelalarında dahi hissedilen uygunsuzluğu ve kalite düşüklüğünü daha iyi anlayacaksınız.

Beşirli'de, İtfaiye yanında, Gazipaşa Caddesi birleşiminde, Değirmendere'de, havaalanı ve Pelitli yol ayrımındaki gibi benzer �buluşmalara�, sürücülerin yüreğini hoplatan �trafik karmaşasına� bizler zamanla alışacağız.

Karayolu ile Trabzon'la yeni tanışacakların vay haline !

Haydar Karsan



Kaynak: Karadeniz Sahillerini Koruma Platformu(KSKP) / 09.01.2007

21.05.2009

"A" sınıfı evler

Enerjinin etkin kullanılmasını hedefleyen enerji verimliliği kanunu kapsamında, binalara ''enerji kimlik kartı'' verilmesi uygulamasının, yeterli bilinç oluşturulduğu takdirde binaların değerini arttıracağı bildirildi. Bir binanın, yıl içinde, aydınlatma da dahil olmak üzere ne kadar enerji tüketeceğini gösteren ''enerji kimlik kartı'', uygulamanın hayata geçmesiyle binaların enerji tapusu olacak. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Macit Toksoy, konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede, 5627 sayılı enerji verimliliği kanununun 2007 yılında yürürlüğe girdiğini hatırlattı.

Kanun kapsamında, her bina için ''enerji kimlik kartı'' hazırlanarak, binanın hangi şartlarda, ne kadar enerji harcayacağının belirtileceğini, aksi takdirde yetkili birimlerin, bu binalara yapı kullanma izni vermeyeceğini anlatan Prof. Dr. Toksoy, 2007'den bu yana, bu konuda yeterli ilerleme sağlanamadığını ifade etti. Prof. Dr. Toksoy, şu görüşleri dile getirdi: ''Bu anlamda iki senedir yeteri kadar yol almadığımız kanaatindeyim. Bu konuda geç kaldık. Eskiden enerji ucuzdu, 1973 öncesi parası olan dilediği kadar kullanırdı. 1973'ten sonra enerjinin tükenebileceği konusu gündeme geldi. 1990'ların ortalarına kadar geçen sürede enerji duyarlılığı başladı, 'daha az kullanalım, daha az ödeyelim' noktasına gelindi. 1990'lardan sonra ise artık enerjiye duyarlılık ölümcül oldu.''

Daha Hızlı Hareket Ememiz Gerek
Binalardaki enerji performansını belirleyecek ''enerji kimlik kartı'' sertifikasını verecek sistemin henüz oluşmadığını belirten Prof. Dr. Toksoy, kartı makine mühendislerinin vermesi gerektiğini, kanunda bu konunun tanımlanmadığını, ilgili yönetmeliklerle belirlemeye gidileceğini anlattı. Prof. Dr. Toksoy, Makine Mühendisleri Odası'nın öncelikle konutları hedef seçtiğini belirterek, şöyle devam etti: ''Türkiye'de şu anda 'konutları bırakalım da ticari binalar için yapalım' diye bir şey var, ya da 'hepsini yapalım' diye. Ama biz konutlardan başlanmasını istiyoruz. Çünkü en büyük yapı stokumuz konutlarda. Binaların yüzde 75-80'nini, belki de daha fazlasını konutlar oluşturuyor. Türkiye'de enerji tüketiminin yüzde 40'ının konutlarda olduğu söyleniyor. Dolayısıyla konutlar enerji kullanımı açısından önemli bir paya sahip. O yüzden bunu öncelikle konutlarda yapmak gerekiyor.'' Bu konuda daha hızlı hareket edilmesi gerektiğini vurgulayan Toksoy, yöntem belirlendiği takdirde, her evin tapu gibi bir de enerji kimlik belgesi olacağını söyledi.

Enerji Tapusu
Prof. Dr. Toksoy, ''enerji tapusu'' diye nitelediği belgenin, ''bu evde oturursanız senede aydınlatma da dahil olmak üzere şu kadar enerji tüketirsiniz'' diyen bir belge olacağını kaydederek, şu görüşleri dile getirdi: ''Tapuya gittiğinizde, kira sözleşmesi yaptığınızda onu da alacaksınız. Eğer siz ev sahibi olarak evinizi iyileştirir, duvarlarınızı izole eder, camları çift cam yaptırırsanız, ilgili yasal otoriteye gidip, 'ben şunları şunları yaptım, enerji kimliğimi yükselt' diyeceksiniz. Yetkili kişi de gelip inceleyecek ve diyecek ki 'Bu, (C) sınıfı idi ama artık (A) sınıfı'. Böylece siz daha iyi bir konut elde edeceksiniz. Şu an nasıl bir buzdolabını alırken (A) klas deniliyorsa, bu kimlik kartıyla evlerde de aynı şey söz konusu olacak. Bence sistem ne kadar kısa zamanda devreye girerse o kadar iyi olur.''

İlgili yönetmelikte, bu belgenin alınması konusunda binalara 10 yıllık süre verildiğini, yeni yapılan binaların ise mutlaka buna sahip olması gerektiğini ifade eden Toksoy, belgeyi eski binalar için ev sahibinin, yeniler için ise yapan firmanın alacağını söyledi. Prof. Dr. Toksoy, bu konuda bilinç yaratmanın önemine işaret ederek, ''Bu, toplumda, 'benimki A, seninki B sınıfı' diye bir şey yaratacak. Bunun katkısı bile çok önemli olacaktır. Hatta, birçok insan kendi binalarının daha korunaklı olduğunu göstermek adına, süre dolmadan kimlik belgesi isteyeceklerdir. Bu da pozitif bir katkı sağlayacaktır'' görüşünü ifade etti.

Yavaş hayatın hızlı yükselişi

Hayat hıza mahkûm bu zamanda. Adımlar hızlı, arabalar son sürat... Yemeğin fast'i makbul, kahvenin espressosu. Üretimin de tüketimin de hızlı olanı tercih sebebi. Değişim ve gelişim anbean... Teknolojiyi, küreselleşmeyi tutabilene aşk olsun. Hayat böylesi bir hızla akıp gidiyor. Fakat hızın ayarını tutturamadı insanoğlu.

Kültürler ve değerler de aynı hızla hırpalanıyor; hatta yok oluyor. Modern zaman hastalıkları insanoğlunun yakasını bırakmıyor. Dünya kirleniyor, canlılar zarar görüyor, yerküre ısınıyor. Bu hıza bir ayar gerekiyor galiba. Biraz yavaşlamak, hızı ihtiyaca göre normal seviyeye çekmek... İşte bu yavaşlık üzerine bir felsefe, bir hayat tarzı yayılıyor son zamanlarda. Adı 'Yavaş Hareketi' (Slow Movement) olsa da hızla etkisi altına alıyor dünyayı. Hayata dair her kavramın başına 'yavaş' ifadesi ekleniyor artık. Yavaş şehir, yavaş yemek, yavaş seyahat, yavaş para, yavaş okul, yavaş sanat ve dahası... Vurgulanmak istenen kısaca şu: Her şey doğasına uygun olmalı.

Yavaş hareketinin ilk adımı aslında ta 1980'lerde atılmış. Hem de üretimi de tüketimi de hıza boğan Batı kaynaklı hayat tarzına karşı yine Batı'dan başlayan bir hareket bu. İtalya'nın Roma şehrine 1986 yılında ünlü bir fast food mağazası açılacakmış. Fakat İtalyan Carlo Petrini önderliğinde fast food kültürüne karşı protestolar, örgütlenmeler başlamış aynı zamanda. Herkesin kendi mutfak kültürünü ve lezzetini koruma hakkının saklı olduğunu savunmuşlar. Böylece dünya yavaş yemek (slow food) hareketiyle tanışmış. Tabii 'insanî düzeyde yavaş' talebi yemekle sınırlı kalmamış. Hayatın diğer alanlarını da etkisi altına almış. Şehir planlamacılığından okullarda verilen eğitime kadar hem de. 1999 yılında bu talepler yine İtalya merkezli olarak 'Yavaş Hareketi (Slow Movement)' adıyla organize bir yapıya dönüşmüş. 1999 yılında Dünya Yavaşlık Enstitüsü kurulmuş. Hatta insanlar yavaş gezegen (slow planet) anlayışı etrafında toplanmaya başlamış. Yavaşlık felsefesini aktardıkları www.slowplanet.com adlı internet sitesinde dertlerini şöyle anlatıyorlar: "Yavaşlık, her şeyi salyangoz hızında yapmak ya da uyuşuk olmak değildir. Doğru hızda çalışmak, yaşamak, oynamak ve her şeyin en iyisini yapmakla ilgilidir." Hatta www.slowmovement.com adlı internet sitesinde hıza boğulmuş hayatın zararlarından bahsederken öyle bir söz kullanmışlar ki oldukça tanıdık. Gündelik koşuşturmanın en stresli anlarda dillere düşen şu arabesk cümlenin İngilizcesi yer alıyor: 'Durdurun dünyayı inecek var! (Stop the world, I want to get off!)' Aslında tüm bu yazılıp çizilenlerin, konuşulanların bizim açımızdan anlamı şu: Şehir hayatının karmaşasından bıkıp 'Köy hayatı gibisi yok!' ya da 'Şu beton apartmanların arasında bir bahçemiz olsaydı!' serzenişlerinin cevap bulmuş hali. İşte küresel dünyanın dayattığı üretim ve özellikle de tüketim hızına, kendi hızıyla karşı duran, gelişen Yavaş Hareketi'nin ayrıntıları:

Yavaş şehir (Slow city): Bu hareket sadece nüfusu 50 binden az olan şehirler için geçerli. Hareket, küçük şehirlerin geleneksel yapılarını korumaları gerektiğini savunuyor. Arabaların şehir merkezlerinden çıkarılması, insanların sadece yerel ürünleri tüketmesi ve sürdürülebilir enerji kullanması amaçlanıyor. Hatta bu küçük şehirlerde süpermarket ya da fast food mağazası bulunmuyor. İtalya'nın Toskana bölgesinde yer alan Chianti şehri, 1999 yılında dünyanın ilk yavaş şehri oldu.

Şimdilerde İtalya'nın yaklaşık 45 yerleşim birimi bu vasfı taşıyor. Tabii hareket İtalya sınırlarını aşmış. Henüz Türkiye'de örneği yok ama; İngiltere, İspanya, Portekiz, Avusturya ve Polonya gibi ülkelerde birçok kent, bugün birer 'yavaş şehir'. Tabii 'yavaş şehir' olabilmenin şartları var. 1999 yılında İtalya'nın Orvieto şehrinde hazırlanan sözleşmedeki şartların sağlanması gerekiyor. Şartlardan bazıları şöyle: Şehri trafikten arındırmak, gürültü kirliliğini önlemek, yeşil alan ve yaya bölgelerini artırmak, yerel üretim yapan çiftçi ve bu ürünleri satan dükkanları, restoranları desteklemek, teknolojiyi şehir düzeninin kalitesini geliştirme amacıyla kullanmak, tarihi ve kültürel yapıları korumak...

Yavaş yemek (Slow food): Tüm dünyayı saran fast food çılgınlığına karşı geliştirilen hareketin amacı, geleneksel mutfağı desteklemek. Her kültürün kendine has damak tadı olduğuna dikkat çekerek yerel yemeklerin yerel ve genetiğiyle oynanmamış ürünlerle pişirilmesini amaçlıyor. Böylece sadece yemek alanında değil genel anlamda toplum kültürünün korunacağına inanılıyor. İşte bu açıdan fast food kültürüne göre büyük bir farklılığı barındırıyor. Yani salt mideyle ilgili değil bu hareket. Süpermarketlere, seri ve standart üretimlere karşı yerel ürün yetiştiren çiftçilerin desteklenmesini öngörüyor.

Yavaş okul (Slow school): Bu hareket, iki açıdan değerlendirilebilir. Öncelikle okullarda bulunan kafeterya ya da kantinlerde öğrencilere 'yavaş yemek', yani doğal ve geleneksel gıdaların sunulması gerekiyor. Önemli kısmı ise şu: Toplumsal ve ahlakî değerlerinin gelişmesi ve çevre bilinçlerinin artması için öğrencilerin desteklenmesi, eğitim yapısının buna göre ayarlanması. Okullarında gerçekten ihtiyaçları olan bilgiyi almaları ve yetenekleri doğrultusunda meslekî alanlara yönlendirilmeleri.

Yavaş seyahat (Slow travel): Yerel bir kültüre ait olma bilincinin geliştirilmesini amaçlıyor. Bunun için de insanların farklı kültürleri tanıması gerektiğini savunuyor. Popüler merkezlerde değil de yerel kültürünü yansıtan küçük şehirlerde en azından bir haftalığına tatil yapmayı öneriyor. Tatil sırasında 'evimden uzak evim' mantığıyla bir ev ya da apartman dairesi kiralayıp satın alınan yerel ürünlerle yemek yapmayı tavsiye ediyor.

18.05.2009

dome home

Features of this Low Energy House Design




* The long axis of the house runs east to west so that a large area of glazing can be provided on the north wall.
* Minimum glazing on east and south walls and no glazing on the west wall.
* North facing windows protected in summer by shade battens or deciduous vines on pergola.
* Concrete slab-on-ground with edge beam insulation - acts as a heat sink in summer and a heat store in winter.
* Dark ceramic or quarry tiles on floors in living areas.
* Dense evergreen planting next to the west wall to provide shade against the hot summer sun and a wind barrier against cold winter winds.
* Front door protected from prevailing south westerly winds in winter.
* Carport on south side creates a pocket of cooler air for summer cross ventilation.
* Metal deck roof with R3.5 batts on ceiling and R1.5 blanket with double sided reflective foil laminate insulation under roofing.

The 3 most important concepts are

1. Glass

* An energy efficient house has larger windows facing north to capture the Sun's free solar energy.
* North facing windows are the most important in your home. They can gain more heat during the day than they lose at night and make your home bright and cheerful.
* Design them to admit sun’s warmth in Winter.
* Appropriate width eaves can reduce overheating in Summer
* South facing windows are also important but not from a heating point of view.
* They are useful for admitting natural light and to allow cross ventilation during summer.

2. Mass

* Have plenty of mass to absorb and store the Sun's energy for use when the sun isn't shining!

3. Insulation

* Once your home is cosy and warm, adequate insulation will keep the heat from escaping.

17.05.2009

steel 2010

Istanbul to Host Steel Cultural and Sustainability Symposium in 2010
Posted by Kimberly Miller on May 5, 2009 at 10:27 AM

The year 2010 will be a big one for Istanbul, Turkey. Not only has it been selected Cultural Capital of Europe for 2010, it will also host the Annual Meetings of the European Convention for Constructional Steelwork (ECCS).

Both events provided the impetus for the creation of the Steel Structures: Culture and Sustainability 2010 International Symposium, sponsored by ECCS and the Turkish Constructional Steelwork Association. The event will be a forum for architects, designers, structural engineers, steel fabricators and builders, urban psychologists, social planners, and environmentalists to discuss new horizons in steel structures in their relation to present culture, as well as a new European vision for a better and sustainable future. The Symposium will take place September 20-22, 2010.



Besides design issues and research related to steel structures, the Symposium will also cover social and cultural aspects in the field within the following themes:



* Historical and Cultural Aspects
* Structural Design Concepts
* Sustainability: Solutions in Relation to Society, Environment, and Economy
* Urban Context
* Steel Structures in Relation to Architectural Functions and Forms (Wide-Span Solutions, High-Rise Solutions, and Innovative Approaches)
* Structural Issues (Stability, Connections, Constructional Issues, Ultimate Load Design, Wind Effect, and Earthquake Resistance)
* Seismic Isolation and Vibration Control
* Fire
* Spatial Structures
* Composite Solutions
* Cold-Formed Steel Structures
* Codes
* Case Studies



Abstracts for the Symposium will be accepted until November 9, 2009. For more information visit www.sscs2010.com

16.05.2009

LED nedir?




led nereden temin edilir?


LED Nedir?
LED , İngilizcede L ight E mitting D iodes kelimelerinin kısaltılarak, bu ürünün jenerik adı haline gelmiş söylenişidir . Bir LED yongası yapı itibarı ile N ve P tipi yarıiletken katmanlar arasına sandviç edilmiş aktif katman tabakasından ve bunların elektriksel bağlantılarından oluşan opto elektronik bir elemandır . LED'ten doğru yönde bir akım geçirildiğinde elektronlar aktif katmanı uyarır ve aktif katmanda ışık üretilir. Üretilen ışık doğrudan veya reflektörden yansıma ile pencere katmanından yayılır.


hastel led çözümleri


LED'lerin özellikleri ve sağladığı faydalar

* Tek renk ışık kaynağı (dar bantlı): Işık istenilen dalga boyunda olduğu için renk filtresi, prizma gibi renk ayrıştırıcılara ihtiyaç yoktur. Örneğin kırmızı trafik lambasında 617 nm dalga boyunda kırmızı LED'lerde üretilen ışığın tamamı kullanılır. Oysa akkor lambalarda üretilen ışığın mavi ve yeşil bileşenleri bastırılarak sadece kırmızı bileşeni kullanılır. 75 W akkor lamba yerine 8-10W LED dizini kullanılarak %80 enerji tasarrufu sağlanır.
* Çok küçük ışık kaynağı (birkaç mm 2 ): Küçük ebatlı armatürler geliştirilir, ışık kolayca yönlendirilebilir.
* Tasarımcılara geniş ve kolay kullanım imkanları.
* Hızlıdır, 200 ns içinde ışık vermeye başlar.
* Uzun Ömür : Kullanım kondisyonuna bağlı olarak 100.000 saate kadar.
* Yüksek ışık verimliliği (verimlilik giderek artıyor, örneğin laboratuvar ortamında kırmızı renkte 108 lümen/Watt'a ulaşılmış durumda).
* Düşük ısı üretimi: Akkor lambalarda flaman ısısı 2700 o C, halojen lambalarda 3100 o C, deşarjlı lambalarda tüp ısısı 800-1100 o C ye ulaşırken LED'lerde yonga ısısı 110 o C'yi geçmez.
* Tanımlanmış ışık açıları.
* Görülebilir renk tayfındaki hemen hemen bütün renkler elde edilebilir.
* Dimerlenebilir (0 - 100 %).
* Şok ve titreşimlere dayanıklı: Cam, flaman gibi kırılgan elemanlar ihtiva etmez.
* Beyaz LED için farklı renk sıcaklıkları: 3200, 4700, 5400,6500 Kelvin.
* Çevrecidir; yapısında civa gibi ağır metallar ve halojen gazları yoktur.



LED'lerin Elektriksel Özellikleri

Öncelikle bilinmesi gereken özellik LED'ler doğru akımla çalışırlar. Elektrik devrelerinde LED'ler normal diyotlar gibi davranırlar. Farklı olan yanı normal diyotlarda 0,7 Volt civarında olan birleşme gerilimi yerine, renklerine göre 1,6 V ile 4 V aralığında değişmektedir. Genellikle kırmızı ve sarı LED'ler 1,9 - 2,6 V, yeşil mavi ve beyaz LED'ler 2,5 V - 4 V arasında gerilimle çalışırlar. Devreye bağlanırken polaritelerine dikkat etmek gereklidir. Ters gerilime tahammülleri azdır ve 5 - 10 V gibi ters gerilimle tahrip olabilirler. LED akımları yapılarına göre değişmekle birlikte 10 mA ile 700 mA aralığında LED üretimleri mevcuttur. LED empedansları üzerinden geçen akımın büyüklüğüne bağlı olarak doğrusal olmayan bir eğri ile değişkenlik gösterirler.



LED'ler genellikle seri bağlanıp bir dizin oluşturularak 10, 12, 24, 48V doğru akım veren elektronik güç kaynakları ile beslenirler. Tasarım yapılırken üreticisinden temin edilecek teknik bilgiler göz önüne alınarak optimum ışık ve elektriksel değerler ile çalıştırılmalıdır. Eğer elimizdeki LED hakkında hiçbir teknik bilgiye sahip değilsek 20 mA akımla sürülmesi önerilir. Bazı üretici firmalar LED dizinlerini değişik formlarda oluşturarak çeşitli LED MODÜLLERİ üretmektedir. Profesyonel uygulamalarda bu LED modüllerinin ve onlar için tasarlanmış güç kaynaklarının kullanılması tercih edilmelidir. LED'leri sürmek için elektronik kontrollü güç kaynaklarının kullanılması, verimli çalışmaları için önemlidir. Son birkaç yıldır üreticiler tarafından 1 W ve 2 W güçlerdeki LED'ler için 350 mA ve 700 mA akım kontrollü güç kaynakları kullanıma sunulmuştur.

Birçok uygulamada LED'in verdiği ışığın şiddetinin mümkün olduğu kadar yüksek olması istenir. LED'lerden elde edilen ışık şiddeti, içinden geçen akımla orantılı olduğundan akım arttırıldıkça ışık şiddeti de artacaktır. Bu durumda LED'in iç direncinden dolayı üretilen ısı artacak ve normal hizmet ömründen önce tahrip olacaktır. Ayrıca ısının artması ışık verimliliğini de olumsuz yönde etkileyecektir. Buradan çıkan sonuç, ısı LED'in en büyük düşmanıdır. Bu bilgiler ışığında firmaların LED'leri hakkında verdiği teknik bilgilerin ne kadar güvenilir olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Örnek 20 mA lik bir LED'ten 25-30 mA akım akıtarak yüksek ışık değerleri elde edilebilir, ancak LED ömrü oldukça düşecektir.

LED'lerin Ömürleri
Teorik olarak yapılan hesaplamalar ve deneyler LED'lerden 100.000 saat üzerinde bir süre istifade edebileceğimizi ortaya çıkarmaktadır. Elektriksel, ısıl kondisyon (soğutma), çevresel etkiler, kullanılan çevre elemanları, kılıfın materyal yapısı vb. etkenler göz önüne alındığında 50.000 saat ve üzeri hizmet ömrü olduğu kabul edilebilir.

LED'lerin Işık Verimliliği

Lambaların verdiği ışığın, harcadığı elektrik enerjisine oranı ışık etkinliği h ' dır, birimi ise lumen/Watt'dır. Biraz rakamlarla konuşmak istersek;

Akkor lambalarda ışıksal verim 12 - 15 lm/W
Halojen lambalarda 18 - 22 lm/W
Kompakt fluoresan lambalarda 60 lm/W
Fluoresan lambalarda 55 - 104 lm/W

LED'lerde durum biraz farklıdır, LED rengine göre ışık etkinliği farklılık gösterir. Örnek; kırmızı en yüksek verimliliğe sahiptir 45 lm/W, sarı 35 lm/W, yeşil 18 lm/W, mavi 8 lm/W civarındadır. Aydınlatmada beyaz ışık önemli olduğuna göre beyaz LED için verimlilik, üretici firmalara göre değişmekle birlikte 18 - 25 lm/W arasında değişmektedir.

2008 - 2010 yıllarında beyaz LED'te verimliliğin 50 - 70 lm/W değerlerine ulaşması beklenmektedir. LED üretici bir firmanın deklare ettiğine göre, laboratuar ortamında kırmızı ışıkta 108 lm/W değeri yakalanmıştır.

15.05.2009

Bims (pomza) Nedir? Blokbims'in Özellikleri



Volkanizma sonucu oluşan, kristalize, birbirinden bağımsız gözenekli, süngerimsi, fiziksel ve kimyasal etkilere karşı dayanıklı, doğal, volkanik bir kayaçtır. Türkiye genelinde, Orta ve Doğu Anadolu Bölgelerinde toplam 9 milyar m3 civarında rezerv mevcuttur. Nevşehir yöresindeki bims (pomza) yatakları, kalite açısından dünya standartları üzerindedir. Bims (pomza) iş makineleriyle açık ocaklardan çıkarılmaktadır. Ruhsatlı sahalarımızdan ya da diğer açık ocaklardan tüvenan malzeme olarak alınan bims (pomza), elenerek sınıflandırılmakta ve fabrikamızda hammadde olarak kullanılmaktadır. İşletmemizde kullanılan bims 5-18 mm aralığındadır.
bims (pomza)
Bims (pomza) in YAPIDA KULLANIMININ TARİHÇESİ: İnşaat sektöründe ilk kullanımı, Romalılar dönemine dayanmaktadır. Puzzolan çimento olarak Romalılar tarafından kullanılmıştır. Ayasofya� nın kubbesinin bu malzeme ile yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca, hafif yapı elemanı olarak 1851 yılında Almanya� da üretime başlanmıştır. Başta Almanya, Fransa, İtalya, İsveç, Amerika ve Japonya olmak üzere birçok ülkede daha çok ısı ve ses izolasyonu sağlamak amacıyla üstün izolasyon özellikleri, hafifliği ve depreme dayanıklılık gibi nitelikleri ile yüzyılı aşkın süredir kullanılmaktadır.

BLOKBIMS NERELERDE KULLANILIR: BLOKBIMS �ler her türlü yapıda iç ve dış duvar yapı elemanı ve döşemelerde de asmolen yapı elemanı olarak kullanılır.
BLOKBIMS� İN ÖZELLİKLERİ:
1.) Isı ve Ses Yalıtımlıdır : Üretim Teknolojisinin beraberinde hammadde olarak kullanılan bims (pomza), doğal özelliklerinden dolayı ısı ve ses yalıtımı sağlamaktadır.
2.) Depreme Dayanıklıdır (Sağlamdır) : Bims (pomza) kullanılarak üretilen yapı elemanları diğer yapı elemanlarına göre daha mukavemetli olup, yüksek elastikiyet modülü sayesinde depreme son derece dayanıklıdır. (Deprem dalgası nedeniyle kırılmaya karşı esneklik katsayısı: 70.000 kg/cm2� dir). Betona göre 6 kat daha elastik olduğu için şokları, kırılma ve çatlamaya uğramadan daha kolay soğurabilir ve depreme karşı dayanım sağlar.
3.) Ekonomiktir : İnşaatlarda duvar imalinde, diğer yapı elemanlarıyla yapılan duvarlarda kaba ve ince sıvaya ihtiyaç duyulurken, Blokbims dış duvarlarda tek kat sıva çözümünü getirdiği için ekonomiktir. Ürünlerin düzgün yüzeyli ve dekoratif görünümlü olmasından dolayı sıva yapmadan duvar yapılması da mümkündür. İç duvarlar direkt olarak alçı sıva ile sıvanmaktadır. Ayrıca düzgün yüzeyinden dolayı daha az sıva kullanımını sağlar.
4.) Yangına Dayanıklıdır : Diğer yapı malzemelerine oranla yangına daha dayanıklıdır. Erime sıcaklığı yüksektir ve eridiğinde çevreye zararlı herhangi bir gaz çıkartmaz. Yangın zaralarını en aza indirir. (1100 0C yanma ısısında asgari 239 dakika alev almama, şekil ve boyut kaybetmeme ve duman çıkarmama özelliğine sahiptir. DIN 4102 Standartlarına göre ateşe dayanım tanımı : �Ateşe son derece dayanıklı�.
5.) Doğaldır: Doğal malzeme ve çimento haricinde yabancı bir ürün eklenmediğinden dolayı Blokbims doğaldır.
6.) Ortam Nemini Dengeler: Bünyesinde yüksek miktarda su buharı bulundurabilme, böylece nemlenmeme ve rutubetlenmeme özelliklerine sahiptir. Ayrıca, mekan içine doğal havalandırma yapabilme özelliğine de sahiptir. Gözenekli ve doğal yapısından dolayı nefes alan sağlıklı ve koku yapmayan mekanlar oluşturur.
7.) Çevre Dostudur: Blokbims yapımında son derece düşük bir enerji ihtiyacı söz konusudur. İhtiyaç duyulan sadece vibrasyon enerjisidir. Üretimde herhangi bir kimyasal veya biyolojik teknik kesinlikle kullanılmamaktadır. Herhangi bir atık söz konusu değildir. Ayrıca üretim esnasında işçi sağlığı bakımından herhangi bir tehlike kesinlikle bulunmamaktadır.
8.) Hafiftir: Blokbimsin diğer önemli bir özelliği de hafifliğidir. (Bims (pomza) in özgül ağırlığı ortalama 00.75 kg/dm3 , Blokbims in birim hacim ağırlığı ortalama 0.6 kg/dm3 ). Bina temeline binen yükü azaltır. Bitmiş duvar ağırlıkları göz önünde bulundurulduğunda, diğer yapı ürünleriyle yapılan duvarlara nazaran Blokbims le yapılan duvarlar daha hafiftir.
9.) Hassas Boyutludur: BLOKBIMS yapı malzemeleri üstün teknolojinin verdiği imkanlar kullanılarak milimetrik duyarlılıkta üretilmektedir. Üretimin düzgün yüzeyli ve düzgün kenarlı olması duvar işçiliğinden ve sıvadan % 50 ye varan tasarruf sağlanmaktadır.

Autodesk Revit Architecture tanıtımı

Mimarlık ofislerinin çoklu çalışma ortamına adaptasyonu gitgide kaçınılmaz hale geliyor. Yapının bir bütün olarak algılanması "plan başka şey, kesit başka şey!!.." mantığını sona erdirecek. Bu sayede dosyalar flash disklerde uçuşmayı bırakıp, sabahlara kadar revizyonlara ayrılan zaman kayıpları sona erecek ( belki !!!...) diye düşünüyorum. ( elbette patron denilen zihniyetin bir çok anlamda kendini yenilemesiyle, müşteri profilinin değişmesiyle mümkün bu... )



revit tanıtımı...


Revit Architecture, yapı tasarımı ve projelendirmeye yönelik bir bilgisayar yazılımıdır. Parametrik yapısı ve oluşturduğu Yapı Bilgi Sistemi sayesinde, dokümantasyon işlerine harcanan süreyi en aza indirerek, tasarıma daha fazla zaman ayrılabilmesini sağlar. Revit Architecture ile tasarım süreci içersinde eklenen her veri, sadece bir kere eklenir ve tüm süreç boyunca kullanılır. Yapılan her değişiklik, tüm dokümanlara anında yansır. Revit Architecture, tasarımlarınızda üretkenliği, koordinasyonu ve kaliteyi artırır.

Arazi ve kütle çalışmasından detaylı uygulama çizimlerine ve metraja kadar, tüm aşamalarda üretkenliği, koordinasyonu ve kaliteyi artıran araçlar içeren Revit Architecture, veritabanı bazlı ve parametrik çalışan bir yazılımdır. Revit Architecture'de, her pafta, her 2 veya 3 boyutlu görünüş, her metraj listesi, aynı bina veritabanının farklı yansımalarıdır. Kullanıcı alışık olduğu görünüşlerde çalışırken, Revit Architecture, bina için gerekli olan tüm veriyi toplar, Yapı Bilgi Sistemi içersinde saklar ve projenin diğer tüm gösterimlerine yansıtır. Revit Architecture'un parametrik yapısı, yapılan her değişikliği (görünüşte, kesitte, metraj listesinde, paftada, kısacası nerede yapılırsa yapılsın), tüm dokümanlara iletir. Tasarım süreci içersinde eklenen her veri, sadece bir kere eklenir ve tüm süreç boyunca kullanılır.

revit tanıtımı...

Ecocity builders


We are a non-profit organization dedicated to reshaping cities, towns and villages for long term health of human and natural systems. Our goals include returning healthy biodiversity to the heart of our cities, agriculture to gardens and the streets, and convenience and pleasure to walking, bicycling and transit. We visualize a future in which waterways in neighborhood environments and prosperous downtown centers are opened for curious children, fish, frogs and dragonflies. We work to build thriving neighborhood centers while reversing sprawl development, to build whole cities based on human needs and “access by proximity” rather than cities built in the current pattern of automobile driven excess, wasteful consumption and the destruction of the biosphere.

(Above, Ecocity San Francisco by Richard Register)

Go to site home page
http://www.ecocitybuilders.org/

14.05.2009

benim binam daha yeşil

Kimse kimseyi kandırmasın,
Kulenin 45. katında ki uydurma bahçede kimse organik tarım yapacak ya da çocuklar top oynayacak değil. 200 mt'yi geçen bir bina yapınca bu rant kokusunu bastırmak için kullanılan YEŞİL lafına hiç mi hiç inancım yok ne yazık ki. Ama diyebilirsiniz "Koskoca Daniel yaptı sen ondan daha mı iyisin?" diye...
Belki evet, belki de hayır... Sorun bu değil zaten Yeşil bina yapmak kat aralarına makileri sıkıştırmakla bitmiyor. İşte bu yüzden yapısal nitelikleri çıplak okumak önemli, o yapıştırma makiler olmadan. Tüm yapım sürecinde yeşil kalabilmek asıl kriter.
Doğaya ne kadar zarar verdiniz, ne kadar yeşil alan kazandınız bu sayede, yoksa dip dibe mi bu binalar? Şehrin hergün artan trafik sorununa ek yük getiriyorlar mı?... tonla soru var sorabileceğiniz, inanın hakkınız bu soruları sormak.
Var artık ne yazık ki bizim ülkemizde de bu ve bunun gibi projeler. Yeni başladı hayırlısı olsun. "Şehrin silüeti değişti birden çok süper oldu, aynı Manhattan gibi mübarek..." diyenleri duyarsınız etrafınızda eminim. Manhattan kendi yanlışlarının, her gün artan yüklerinin üstesinden gelmeye çalışırken biz oraya öykünüyoruz henüz orayı bile düzgün anlamamışken. Binayı yüksek yapınca bitmiyor kısacası. En tepede golf sahası yapmakla da bitmiyor("walla ben en tepede golf sahası düşündüm..." üniversitede bunu söylerseniz emin olun herkes size güler, dönem tekrarı kaçınılmazdır artık sizin için ), yarın bir gün kayak pisti cephede...Anlayanlara sevgilerimle.




Daniel Libeskind, yapımı tamamlandığında New York’un en yüksek konut gökdeleni olacak yapısından ilk görüntüleri yayınladı. Yüksekliği 275 metreyi geçecek olan kule, şehrin siluetini de önemli ölçüde değiştirecek.

Libeskind, New York’a yeni bir gökdelen kazandırmaya hazırlanıyor. Tamamen konut amaçlı olarak düşünülen proje, tamamlandığında yüksekliği 275 metreyi geçen bir kule olacak.



Ünlü mimar, tasarım hakkında konuşurken şunları söylüyor:

“Bu sadece biçimden ya da cepheden oluşan bir bina değil. Bu, New York’un ileriye gitmesini sağlayacak olan, Manhattan bölgesindeki yoğunluğa çözüm getirecek olan bir yapı. Şehrin geleceği bu olacak.”

Kule, şehrin önemli yapılarından biri olan Met Life binasının hemen yanında yükselecek. Ancak tasarımın en önemli özelliklerinden biri, içeriğinde yeşil öğelere özel önem verimli olmuş. Libeskind bunu “yükseklerde yer alan bir park” sözleriyle açıklıyor. Binanın farklı kısımlarında, yeşilliklerin yer aldığı teraslar bulunuyor.

Kaynak: Architect’s Newspaper

13.05.2009

Urban Age Istanbul Conference




In 2009, the Urban Age focuses on Istanbul and extends its investigations into the links between the social characteristics and the physical form of global cities. Istanbul's strategic location makes it a vital reference for understanding urban trends in South East Europe, the Eastern Mediterranean and the Middle East. A conference on 4–6 November 2009 will follow a year of research and analysis of the key issues focusing Istanbul's recent growth, including how its transcontinental terrain has established the city at the centre of the Turkish economy.

Almost 40% of Turkey's industrial activity and 50% of the country's total service sector contribute to significant concentrations of wealth, yet high levels of segregation and the proliferation of informal, precarious settlements housing half of Istanbul's residents challenge attempts to manage its urban growth and the effects of climate change across the region. Protecting the city's natural and historical resources, reducing pollution, and balancing quality of life for a population that has doubled in the past 20 years are urgent issues.

Urban Age will explore how Istanbul's evolving polycentric form, shaped as much by its recently extended administrative boundaries, decentralized national policies, increased investment in public transport as well as new commercial and residential developments in outlying enclaves, addresses social inclusion for a culturally diverse population.

In parallel to these activities, the third annual Deutsche Bank Urban Age Award, created to encourage people to take responsibility for their cities and to form new alliances to improve the lives of urban citizens, will recognize a project in the Istanbul metropolitan area. Following an open call for entries and review by an independent jury, the winner of the $100,000 USD award will be announced on 4 November 2009 at a reception inaugurating the Urban Age Istanbul Conference.

Rüzgar enerjsinde Almanya birinci




Almanya, rüzfar enerjisi kullanımında dünyada birinci sırada yer alıyor...
Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift: Almanya, rüzfar enerjisi kullanımında dünyada birinci sırada yer alıyor...
Almanya’da yenilenebilir enerji kullanımında önde gelen ülkelerden biri. Alman Enerji Ajansı’nın verilerine göre, Almanya rüzgar enerjisi kullanımında dünya birincisi. Jens Thurau’nun haberi...


Almanya’nın Bonn şehrinde düzenlenen Uluslararası Yenilenebilir Enerji Konferansı‘nda güneş, rüzgar ve sudan enerji kaynağı olarak nasıl yararlanılabileceği tartışıldı, bu alandaki en son teknik yenilikler tanıtıldı ve yenilenebilir enerji türlerinin toplam tüketim içindeki payının sanılandan çok daha fazla olabileceği anlatıldı.

Konferansın amacıysa, iklimin korunması, yoksulluğun yenilmesi ve petrol bağımlılığının azaltılması için neler yapılabileceğini dünyaya anlatmaktı. Enerji kazanımında ileri teknolojilere geçilmesi aynı zamanda sanayi ülkeleri için ek ihracat ve istihdam imkanı da yaratıyor. Bu alandaki en ileri ülkeler arasında yer alan Almanya’da, alternatif enerji teknolojileri ihracatını artırmak amacıyla Dena adlı bir ajans kurulmuştu. Ajans geçenlerde Berlin’de son iki yılın faaliyet bilançosunu çıkardı.

Buna göre, toplam elektrik üretimi açısından Almanya rüzgar enerjisinde dünya birincisi. Bütün dünyada rüzgardan kazanılan elektriğin üçte biri Almanya’da üretiliyor. Bu doğal enerji türünü elektriğe dönüştüren pervaneli rüzgar türbinleri ihracatında ise Danimarka dünya birincisi. Bütün dünyada en çok Vestas marka rüzgar jeneratörü satılıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları için yoğun teşvik uygulanan Almanya’nın ihracat oranı ise oldukça düşük.

Yenilenebilir enerjlere teşvik

Kısa adı DENA olan Alman Enerji Ajansı bir kamu kuruluşu. Bundan iki yıl önce Alman malı yenilenebilir enerji tesisleri ihracatını teşvik amacıyla kurulmuştu. Ekonomi Bakanlığı Müsteşarı Rezzo Schlauch öncelikle güney yarıküre ülkelerinin önemli bir pazar oluşturabileceğini söyleyerek şöyle devam etti:

”Kalkınma halindeki ülkeler yenilenebilir enerji kaynaklarının ihtiyacın karşılanmasında önemli rol oynayabileceğini idrak ettiler. Enerji ikmalinde büyük şebekelere ve ham petrole bağımlılıktan kurtulup küçük üretim birimlerine geçmenin yararını kavradılar.”

100 şirketi temsil eden Alman Enerji Ajansı, fuarlarda Alman ürünlerini tanıtıyor, ihracat bağlantıları kuruyor ve münferit sorunlara çözüm arıyor. Örneğin, Sibirya’da kurulması planan dev enerji parkında monte edilecek rüzgar jeneratörlerinin, sıfırın altında 65 dereceyi bulan soğuğa dayanıp dayanmayacağını sınamak DENA’ye düşüyor.

Enerji kılavuzu

Dünyanın birçok bölgesinde zararsız enerji türleri için şartların elverişli olup olmadığını saptamak zor. Bu alandaki yatırımlar için önce sağlam fizibilite raporlarının hazırlanması gerekiyor. Enerji Ajansı Başkanı Stephan Kohler, ihracat pazarları için ayrı ayrı teknik ve ticari araştırma yaptıklarını değinerek, ”Şirketler hangi pazara üretim yapacağını ve teşvik uygulanıp uygulanmadığını bilmek ister. Bütün faktörlerin yer aldığı enerji kılavuzumuz kapışılıyor” diye konuştu.

Güneş ışınlarını doğrudan elektriğe dönüştüren fotovoltaik enerji sistemleri ihracatında Japonya bu pazara çok erken el atmasının meyvelerini topluyor. Alman şirketleri daha çok rüzgar ve jeotermik enerji kaynaklarını değerlendiriyorlar. Kamçatka yarımadasına jeotermik enerji santralı kuracak olan konsorsyumun başkanı Werner Bussmann, ”Volkanik bölgelerdeki yüksek basınçlı buhar potansiyelini elektrik üretiminde kullanmak kolay. Kamçatka’da açılacak kuyulardan bu doğal enerji kaynağını elektrik santrallarındaki türbinlere taşımak zor bir iş değil” dedi.

Alman şirketleri ağırlığı rüzgar enerjisine veriyor ve ihracat payını %30’dan %50’ye çıkarmayı planlıyorlar. Almanya’da kurulu rüzgar jeneratörlerinin sayısı 15 bini geçiyor.


Jens Thurau

KONUTLARDA ENERJİNİN ETKİN KULLANIMI



Konutlarda enerjiye ısınmada, gıda tüketiminde kısaca elektrik ve petrol gazlarının kullanıldığı yerlerde ihtiyaç duyulmaktadır. Enerji kullanımını minimuma düşürmek konutların giderlerini azaltacağı gibi yaşam ortamını iyileştirecektir. Daha düşük enerji ile daha fazla ışık veren ampuller, düşük tüketimli çamaşır,bulaşık makineleri, buzdolapları pahalı gözükse de uzun vadede düşük faturalar anlamına gelmektedir. Hatta güneş paneli adı verilen Güneş'ten gelen ısıyı elektrik enerjisine çevirebilen paneller kullanılarak hiç bir ekstra enerji kaynağı gereksinimi olmadan bir konutun ihtiyaç duyduğu elektrik enerjisi sağlanabilir. Sıcak su temini yine bu bahsi geçen panellere eklenecek bir takım ekipman sayesinde ücretsiz elde edilebilir. Soğuk su ihtiyacı ise yüzeye göre daha soğuk olan topraktan geçirilecek olan su boruları ile sağlanabilir ki bu da konutlardaki ısınma veya soğutma ihtiyacını karşılayacak kapasitededir. Konutların cephe kaplamaları da ısının transferinde etkin rol oynamaktadır. Yazları güneşin etkilerini engelleyen kaplamalar klima kullanımını minimuma düşüreceği gibi; soğuk olan kış aylarında içerideki ısının dışarı çıkmasını engelleyecektir. Isınma ve elektrik üretimi için kullanılabilecek diğer bir yöntem ise yapı itibari ile eski kalorifer sistemlerine benzeyen biyokütle kazanlarıdır. Konutların bulunduğu ortam rüzgarlı bir ortam ise elektrik üretimi için rüzgar tribünü adı verilen rüzgar enerjisini elektrik enerjisine çevirebilen sistemler de kullanılabilir. Konutların karanlık kalan kısımları elektrik kullanacak olan ampuller yerine, tavan kısmına yerleştirilecek olan ve doğrudan güneş ışığını yansıtan aynalar sayesinde aydınlatılabilir ki bugünlerde iyileştirilmesi yapılan bu sistemler çoğu Avrupa ülkesinde yeni yapılan binalarda kullanılmaktadır. Rüzgarın kaynağının Güneş olduğunu düşünürsek yakınımızda olan bu yıldızın yaydığı enerjiyi kullanmak, çok yüksek maliyetli nükleer santrallerin gereksinimini ortadan kaldıracaktır, bu da daha uzun yaşamlar ve sağlıklı bireyler demektir.

Rüzgar Enerjisi, Bozcaada


Bozcaada Rüzgar SantraliRüzgâr Enerjisi nasıl bir yerden gelir? Tüm yenilenebilir enerji türleri (gelgit enerjisi ve jeotermal hariç) ve fosil yakıt enerjisi dahi sonuç olarak güneşten kaynaklanır. Güneş yeryüzüne saatte 100.000.000.000.000 kW enerji gönderir. Başka deyişle yeryüzü, 1018 watt kadar güç kazanır. Güneşten gelen enerjinin %1-2'si rüzgâr enerjisine dönüşür. Bu, yeryüzündeki tüm bitkilerin biyolojik kütleye dönüştürdüğü enerjinin 50 - 100 katıdır. Sıcaklık farkları hava akımını oluşturur. Ekvator çizgisi yakınındaki bölgeler dünyanın diğer bölgelerine göre daha fazla ısınır. Bu sıcak bölgeler, kızıl ötesi fotoğraflarda sıcak renklerle (karalarda kırmızı, turuncu ve deniz yüzeyinde sarı) görünür. Sıcak hava soğuk havadan hafiftir ve yaklaşık 10km'ye ulaşıncaya kadar gökyüzüne yükselir. Bu sıcak hava kütlesi hareket ederek Kuzey ve Güney Kutbuna yaklaşınca aşağı çöker ve ekvatora geri döner. Coriolis Kuvveti Dünya döndüğü için kuzey yarıküre üzerindeki her hareket, kendi konumumuza göre sağa doğru (güney yarıküre için sola) yönelir. Bu belirgin bükücü kuvvet Coriolis Kuvveti (Coriolis Force) olarak bilinir. Bu kuvveti keşfeden Fransız Matematikçi Gustave Gaspard Coriolis'in ismiyle anılmaktadır (1792 - 1843). Kuzey yarıküre üzerinde hareket eden bir parçacığın sağa doğru döneceği pek açık görünmeyebilir. Bu olayı şöyle canlandırabiliriz: Uç kısmı güneye doğru hareket eden bir koni düşünün ve dünyanın döndüğü gerçeğini de eklersek, koninin sanki sağa doğru kaydığını görürüz. Coriolis Kuvveti gözle görülebilir bir olaydır. Tren yolu hatlarının bir tarafı diğerinden daha hızlı aşınır. Nehir yataklarının bir tarafı diğerinden daha derine iner (hangi taraf olduğu bulunduğumuz yarıküreye bağlıdır ve kuzey yarıkürede hareket eden bir parçacıklar sağa yönelir). Kuzey yarıkürede rüzgâr, bir alçak basınç alanına yaklaştıkça saat yönüne ters yön alır. Güney yarıkürede ise rüzgâr, alçak basınç alanları etrafında saat yönünde döner. Rüzgârın Gücü Rüzgâr hızı, bir rüzgâr türbininin elektriğe çevirebileceği enerji miktarı açısından önemlidir. Rüzgârın enerji içeriği, ortalama rüzgâr hızının küpü oranında değişir. Yani rüzgâr hızı 2 katına çıkarsa, 8 kat enerji içerir. Öyleyse, rüzgârın enerji içeriği rüzgâr hızının kübü oranında değişir. Günlük yaşamdan, bir otomobilin hızı 2 katına çıkarsa frenlemesi ve durdurulması için 4 kat enerji gerektiğini farkedebilirsiniz (Aslında bu Newton'un 2. hareket yasasıdır). Rüzgâr türbini örneğinde, rüzgârın hızını 2 katına çıkarırsak her saniye pervaneden geçen dilim sayısını da 2 kat artar ve bu dilimlerin her biri otomobilin frenlemesi örneğinden anlaşıldığı gibi 4 kat enerji içerir. Neden Rüzgâr Enerjisi Rüzgâr enerjisi günümüzde, 21. yüzyılda ve onların ötesinde ençok gelecek vadeden teknolojilerden bir tanesidir. Burada rüzgâr enerjisi üzerinde en çok sorulan sorular hakkında bazı kısa cevaplar bulacaksınız: Rüzgâr Enerjisi Temizdir Rüzgâr türbinlerinden herhangi bir çevre kirliliği olmaz. Modern bir 600 kW gücündeki rüzgâr türbini ortalama bir yerde, bir yılda genellikle kömürle iletilen diğer elektrik santrallarının 1.200 ton karbondioksidinin yerine geçecektir. 20 yıllık bir işletme süresi içinde (ortalama bir yerde) bir rüzgâr türbini tarafından üretilen enerji imâlatı, bakımı, faaliyeti, demontajı ve parçalanması için gerekli olan enerjinin sekiz misli fazladır. Başka bir deyişle, genellikle bir rüzgâr türbinini imâl etmek ve çalıştırmak için gerekli olan enerjiyi geri kazanmak için sadece iki ya da üç ay yeterli olacaktır. Rüzgâr Enerjisi Yoğundur Rüzgârdaki enerji gerçekten de sürdürülebilir bir kaynaktır. Rüzgâr hiç bitmeyen bir şeydir. Halihazırda, rüzgâr enerjisi Danimarka elektrik tüketiminin %31.1'ini karşılamakta ve bu rakkamın 2008 yılında yüzde 40 mertebesine yükselmesi beklenmektedir. Avrupayı çevreleyen sığ denizlerin üzerindeki rüzgâr kaynakları, teori olarak Avrupa'nın kullandığı tüm elektriği birçok misli ile karşılar niteliktedir. Rüzgâr Enerjisi Farklıdır Rüzgâr türbinleri boyutlar ve üretim kapasiteleri açısından çok büyümüşlerdir. 1980'lerden kalma tipik bir Danimarka malı rüzgâr türbini, 26 kW gücünde bir üretece ve 10,5 metrelik bir pervane çapına sahiptir. Modern bir rüzgâr türbini 43 metrelik bir pervane çapına ve 600 kW gücünde bir üretece ulaşmaktadır. Yılda 1 ile 2 milyon kW/saat enerji üretmektedir. Bu da Avrupa'da 300 ile 500 konutun yıllık elektrik tüketimine eşit bulunmaktadır. Son nesil rüzgâr türbinlerinin 1.000 - 1.500 kW üreteci ve 50 - 60 metrelik pervane çapı bulunmaktadır. Galler'in Carno bölgesinde bulunan, Avrupa'nın geniş rüzgâr türbini parkı, 20.000 konutun ihtiyacına eşit bir enerji üretmektedir. Avrupa'da 1997 itibariyle, 3.000 MW'dan fazla rüzgâr enerjisi, beş milyon kadar kişinin elektrik ihtiyacını karşılayacak şekilde devrede bulunmaktadır. (windpower.dk - Danish Wind Industry Association) Rüzgâr enerjisi, rüzgârı oluşturan hava akımının sahip olduğu hareket (kinetik) enerjisidir. Bu enerjinin bir bölümü yararlı olan mekanik veya elektrik enerjisine dönüştürülebilir. Rüzgârın gücünden yararlanılmaya başlanması çok eski dönemlere dayanır. Rüzgâr gücünden ilk yararlanma şekli olarak yelkenli gemiler ve yel değirmenleri gösterilebilir. Daha sonra tahıl öğütme, su pompalama, ağaç kesme işleri için de rüzgâr gücünden yararlanılmıştır. Günümüzde daha çok elektrik üretmek amacıyla kullanılmaktadır. Fosil, nükleer ve diğer yöntemlerde atmosfere zararlı gazlar salınmakta, bu gazlar havayı ve suyu kirletmektedir. Rüzgârdan enerji elde edilmesi sırasında ise bu zararlı gazların hiçbiri atmosfere salınmaz, dolayısıyla rüzgâr enerjisi temiz bir enerjidir, yarattığı tek kirlilik gürültüdür. Pervanelerin dönerken çıkardığı sesler günümüzde büyük ölçüde azaltılmıştır.